tag:blogger.com,1999:blog-132448102024-03-08T00:36:52.564+03:00MiM ile FiKiR FIRTINASICUMHURiYET DEGiL, ASKER MONORSiSi * ANTi-DEMOKRATiK, CUNTACI, DERiN DEVLET * ANTi-DEMOKRATiK DEVLET KURUM ve KURULUSLARI(Anayasa, Sayistay, Danistay Mahkemeleri) ve CUMHURBASKANI,*
POLiTiKA * SiYASET, DEVLET *
BiLiM, TEKNOLOJi, DiN ve KÜLTÜRDE GERi KALMISLILIK * FAKiR TÜRK DiLi * YANLIS TÜRK TARiHi *
% 100 MANTIK DiNi iSLAMmimhttp://www.blogger.com/profile/07215388154701650816noreply@blogger.comBlogger112125tag:blogger.com,1999:blog-13244810.post-67657158262046271362007-03-29T12:40:00.000+03:002007-03-29T12:41:33.256+03:00ASKERDEVLET´in SIRLARIKabaklı Hoca'nın Paşa'ya uyarısı<br />Paşalar emekli olduktan sonra niçin konuşmaya başlar? Peki Paşalar emekli olmadan önce bu fikirlerini bir şekilde ifade etseler ne olur? İşte merhum Ahmet Kabaklı'nın yıllar önce yaptığı bir ikaz, bu sorunun yanıtını veriyor. İşte Hoca'nın bu mesajı...<br />Asker emekliyken niçin konuşur 29 / 03 / 2007 08:00<br /><br /><br />cafesiyaset.com (özel haber)<br />Merhum Ahmet Kabaklı ile merhum emekli paşa Sami Karamısır arasında tarihi diyalog...<br />Ahmet Kabaklı hoca, emekli paşaya neler söyledi?<br />Yıl; 1981...<br />Yer; alanında önemli bir geleneğe sahip olan Türk Edebiyatı Vakfı'nın küçük toplantı salonu..<br />Milli Eğitiml Bakanlığı ve sivil toplum kuruluşları tarafından 1997 yılında 'Şeyh-ül Muharririn' payesi verilen ve 8 Şubat 2001 tarihinde İstanbul’da vefat eden merhum Ahmet Kabaklı Hoca başta olmak üzere edebiyat severler her zaman olduğu gibi salonda yerlerini alırlar..<br />Ama bu kez biraz ürkeklik vardır..<br />Zira, 12 Eyül askeri darbesinin oluşturduğu baskı ve korku ortamı her mekanda hissedilmektedir..<br />İşte böyle bir ortamda ilginç bir konuşma gerçekleştirilir, bu salonda..<br />Konuşmayı yapan Türk Silahlı Kuvvetleri'nden henüz emekli olmuş Tuğgeneral Sami Karamısır Paşa'dır..<br />Sohbet esnasında ilginç bir konuşma yapar Sami Paşa..<br />Salonda, darbe yapmış bir ordunun emekli bir paşası değil, adeta tüm siyasi hakları elinden alınan MHP lideri Alparslan Türkeş ya da MSP lideri Necmettin Erbakan konuşmaktadır..<br />Manevi yanı ağır basan ve Türkiye gerçeklerini ortaya koyan nefis bir konuşma yapar Karamısır Paşa..<br />Dinleyenleri mest eden adeta bir manifesto..<br />Herkes gözünü kırpmadan bu konuşmayı dinler..<br />Tabii, Ahmet Kabaklı hoca da...<br />Ve konuşmanın sonunda, herkes gibi Ahmet Kabaklı da çok memnun olmuştur..<br />Ancak, Kabaklı Hoca'nın, Paşa'ya bir çift lafı olur..<br />Hoca'nın söyledikleri tarihten süzülüp gelen önemli bir gerçeğin ifadesi, yansımasıdır aynı zamanda;<br />"Sayın Paşam çok güzel konuştunuz..Ama bir itirazım var; Bu konuşmayı ya da konuşmaları Türk Silahlı Kuuvvetleri'nden emekli olmadan yapsaydınız keşke. Muvazzaf olarak böyle bir konuşma yapmanız çok daha etkili olurdu. Tabii ki çok istifade ettik konuşmanızdan ama gönül arzu ederdi ki bu gerçekler, paşalarımız tarafından emekli olmadan ifade edilsin..."<br />***<br />Ortalık emekli asker kitaplarından geçilmiyor...<br />Birçok emekli paşa, 'strateji' ağırlıklı kitaplarıyla gündemde..<br />Ahmet Kabaklı Hoca'nın 26 sene önce söylediği bu sözlerin ne kadar yerinde olduğu bir kez ispatlanmış oldu, böylelikle..<br />***<br />Bu diyalogun ardından Merhum Tuğgeneral Sami Karamısır ile ilgili birkaç ilginç anektod..<br />Sami Karamısır Paşa, Demokrat Parti’yi deviren 27 Mayıs ‘Hareketi’ne katılan ekipte yeraldı..<br />Emekli Tuğgeneral Sami Karamısır’ın 1994 yılında yayınlanan 'Türkiye’nin Siyasi Meseleleri' adlı kitabı, (Osmanlı Araştırma Vakfı Yayınları) ihtilalcilerin darbe sonrası siyasi dizaynlarını deşifre etmesi ve Türkiye’de siyasi partilerin nasıl kurulduğun ilişkin önemli ipuçları veriyor..<br />TÜRKİYE'DE PARTİLER BÖYLE Mİ KURULUYOR:<br />Toplantı, ihtilalcilerin seçtiği Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay ve İsmet İnönü ile yeni kurulan parti başkanları arasında geçer.<br />Cevdet Sunay, sonradan Süleyman Demirel’in lideri olacaği Adalet Partisi’nin kurucu lideri Ragıp Gümüşpala’ya, 46 yıllık askerlik hayatından sonra niçin siyasete atıldığını sorunca, şu cevabı alır:<br />“Aslında benim parti kurmak gibi bir niyetim yoktu. Cumhurbaşkanımız sayın Cemal Gürsel beni çağırdı ve benden Demokrat Partilileri toparlayacak yeni bir parti kurmamı istedi. Aksi takdirde Osman Bölükbaşı’nın Millet Partisi’nin iktidar olabileceğini, bunun ise arzu edilmeyen sonuçlar doğurabileceğini söyledi. Bu emir üzerine Adalet Partisi’ni kurdum. Defaatla, siyasi partilere kimlerin alınmayacaklarının Milli Birlik Kurulu’nca tespit edilip ilan edilmesini istedim. Böyle bir yasaklamaya gidilmedi. Ben de partiye girmek isteyen herkesi almak zorunda kaldım.”<br />Bunun üzerine Sunay, 27 Mayısçıların Maliye Bakanı yaptığı “eski” Yeni Türkiye Partisi Genel Başkanı Ekrem Alican’a benzer bir soru yöneltir ve ondan da benzer bir cevap alır: “Benim de parti kurmaya niyetim yoktu. Bir gün sayın Cumhurbaşkanı beni çağırdı. Parti kurmamı istedi. Aksi takdirde Millet Partisi’nin ya da Adalet Partisi’nin tek başına iktidar olabileceğini, bunun ise istenmeyen olayları meydana getirebileceğini söyledi. Partiyi kurduktan sonra ben de partiye girmeyeceklerin listesinin Milli Birlik Kurulu’nca belirlenmesini talep ettim. Olmayınca müracaat eden herkesi partime katmak zorunda kaldım.”<br />Bunun üzerine Cevdet Sunay, Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’e döndü ve sordu: “Paşam, bunlar neler söylüyorlar, söyledikleri doğru mu?”<br />Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in cevabı şöyle oldu: “Evet, doğru söylüyorlar. Bu şekilde hareket etmemi bana sayın İsmet İnönü telkin etti.”<br />Bunun üzerine Cevdet Sunay’ın kendisine dönmesine fırsat vermeden, sayın İsmet İnönü sözü aldı ve şöyle söyledi: “Bunlar geçmiş olaylar Paşam. Şimdi biz bütün parti liderleri anlaştık. Bu olanlardan en büyük zararı gören Osman Bölükbaşı’yı da kendimize sözcü seçtik. Hepimiz namına sizinle o görüşecek. Müsaade ederseniz biz bu Meclisi çalıştırırız efendim.”<br />Bundan sonra sözü Osman Bölükbaşı aldı ve hepimizi ikna eden bir konuşma yaptı. Bu konuşmadan sonra, seçimle teşekkül eden Meclisin açılmasına karar verdik. O zaman, görünürde yeni partileri İsmet İnönü kurdurtmuş. Ona da başkalarından telkin gelip gelmediği meçhul.”<br />Özel Harp Dairesi’nde etkin bir görev almış Sami Karamısır Paşa, II. Selimin dayısı Yasef Nassi’den bu yana Yahudilerin Türkiye içersindeki gizli örgütlerde etkili olduklarını ve zaman zaman menfi Türk milliyetçiliğini perde yaptıklarını vurgular.<br />cafesiyaset.com (özel)<div class="blogger-post-footer">bu sayfadaki bilgiler, bilinmeyenler, duyulmayanlardir.</div>mimhttp://www.blogger.com/profile/07215388154701650816noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-13244810.post-9364083607512994542007-03-16T12:39:00.000+02:002007-03-16T12:41:06.102+02:00Çanakkale’de en çok şehit veren iller…Çanakkale’de en çok şehit veren iller…<br />16 Mart 2007<br /><br />Çanakkale’de en çok şehit veren iller…<br />* Prof. Dr. Osman Özsoy<br /><a href="mailto:yazaramesaj@gmail.com">yazaramesaj@gmail.com</a><br />Çanakkale Savaşı’nda verdiğimiz şehitlerin gerçek sayısının ne olduğuna ilişkin kimi zaman yaşanan tartışmalar hepimizin malumu. Meğer resmi rakamın ne olduğu konusunda ciddi çalışmalar varmış. Fakat o konuya geçmeden önce küçük bir hatırlatmamız olacak.<br />8 Şubat’ta bu köşede, “<a href="http://www.haber7.com/artikel.php?artikel_id=136791">Okuma yazma bilmeyen Osmanlı padişahı var mı?</a>” başlıklı bir yazı kaleme almıştık.<br />47 bini aşkın okuyucunun ilgisine mazhar olan bahsi geçen yazının bir yerinde; “Osmanlı’nın son döneminde okuma yazma oranının yüzde 20’lere kadar düştüğü söylenmektedir. Kur’an okuyabilen insanların neden Osmanlıca okumakta zorlandıklarını doğrusu pek anlayamamışımdır. Kur’an okuyabilecek kadar alfabeye aşina olan bir insanın biraz çalışması durumunda Osmanlıca metin okumakta çok da zorlanmayacağı konuyu bilenlerin malumudur” satırlarına yer vermiştim.<br />Gerçek rakamı buldum. 1897 yılı istatistiklerine göre Osmanlı Devleti’nde okuma yazma bilenlerin oranı maalesef % 10’un da altındaymış. Konuyla ilgili ayrıntılı bilgiyi aşağıda göreceksiniz. Biz şimdi gelelim asıl konumuza.<br />Bilimsel çalışmaları halka açmak…<br />Genç akademisyenlerimiz son zamanlarda ciddi araştırmalara imza atıyorlar. Fakat üniversitelerin akademik yayınlarına halkımızın ulaşması pek mümkün olmuyor. Adeta kapalı devre yayın gibi sadece akademik camia içinde kalıyor çok sayıda değerli araştırma. Hatta üniversitelerin bile birbirinin yaptığı çalışmalardan çoğu defa haberi olmuyor.<br />Çanakkale Savaşı konusunda son yıllarda gördüğüm en ciddi araştırmalardan birine, Kocaeli Üniversitesi öğretim üyelerinden, Çanakkale Vakfı Başkan Yardımcısı Yard. Doç. Dr. İbrahim Güran Yumuşak imza atmış. Genç bilim adamı İbrahim Güran’ın, Çanakkale Savaşı’nda yitirilen insan sayısı ve eğitim düzeylerini belirleyen ve bunu dönemin nüfus özellikleriyle karşılaştıran “Çanakkale Savaşı’nda Yitirilen Beşeri Sermaye” başlıklı makalesi Çanakkale Savaşı hakkında merak edilen birçok konuya ışık tutuyor.<br />Makalede, Çanakkale Savaşı’nda yitirilen Mehmetçiğin, dönemin beşeri sermaye potansiyelini ne ölçüde etkilediği ve Türkiye Cumhuriyeti’ne nasıl bir beşeri sermaye mirası bıraktığı ayrıntılarıyla izah ediliyor.<br />Beşeri sermaye nedir?<br />Bir ülkenin iktisadi gelişiminde en önemli faktörlerden biri beşeri sermayedir. Beşeri sermaye, işgücünün sahip olduğu eğitim ve beceri düzeyi olarak kabul edilmekle birlikte, bu kavramın geniş tanımı içerisine nüfusun miktarı, yaş dağılımı gibi özellikler de girmektedir.<br />Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı öncesinde toplam nüfusunun 30 milyon olduğu tahmin edilmekle birlikte Anadolu Türkiye’sinin nüfusu 12 milyonun altındadır. Nitekim Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılan nüfus sayımında Türkiye nüfusu 12,4 milyon olarak tespit edilmiştir. Bu iki veriden hareketle nüfus artış hızının oldukça düşük olduğu ifade edilebilir. Özellikle genç yaştaki erkeklerin uzun süre askerlik hizmeti altında olmaları, olumsuz sağlık koşulları ve savaş kayıpları nedeniyle nüfus artışı çok düşük seviyede gerçekleşmiştir. Aynı zamanda bu olumsuz koşullar, nüfusun yaş ve cinsiyet dağılımını kadınlar ve gençler aleyhine etkilemiştir.<br />Osmanlı’da okuma yazma oranı…<br />Osmanlı Devleti’nin son yıllarında nüfusun eğitim düzeyinin oldukça düşük olduğu görülmektedir. 1897 yılı istatistiklerine göre Okuma yazma bilenlerin oranı % 10’un altındadır. Okuyan öğrencilerin cinsiyet dağılımına bakıldığında ilkokul’da cinsiyet oranı (Kız/Erkek) 0,40 iken bu oranın ortaokulda 0,15’e düştüğü görülmektedir.<br />Osmanlı Devleti’nde Okul ve Öğrenci Sayıları (1897)<br />Okul Türü<br />Okul Adedi<br />Öğrenci Sayısı<br />Toplam<br />Erkek<br />Kız<br />İlkokul<br />28.614<br />854.921<br />606.104<br />248.737<br />Ortaokul<br />412<br />31.469<br />27.207<br />4.262<br />Lise<br />55<br />5.419<br />4.892<br />-<br />Kaynak: DİE, Osmanlı Devletinin İlk İstatistik Yıllığı 1897, (Ankara 1997)<br /><br />1927 de yapılan nüfus sayımında Türkiye’deki yetişkin nüfusun (7 yaş ve üzeri) ancak % 10,5’i okuma yazma bildiği tespit edilmiştir. Erkeklerin % 17,4’ü ve kadınlarda % 4,6’sı okuma yazma bilmektedir.<br />Çanakkale Savaşları’nda Yitirilen Beşeri Sermaye<br />Çanakkale Savaşı’nda ve sonrasında yitirdiğimiz insan sayısı konusunda farklı rakamlar verilmektedir. Özellikle şehitlerin sayısı konusunda değişik rakamlar yer almaktadır. Bu rakamlar 150 bin ile 300 bin arasındadır. Gönüllü olarak Çanakkale Savaşı’na katılanların sayısı konusunda ise herhangi bir bilgi yoktur.<br />Çanakkale Savaşı’nda şehit olanların sayısı konusundaki farklılıkların bir bölümü şehit tanımından kaynaklanmaktadır. Askeri kaynaklarda yalnızca cephede ölenler şehit olarak kabul edilmekte, sonrasında ölenler ise şehit kabul edilmemektedir. Ancak cephede veya cephe dışında ölmüş olsun savaş nedeniyle ortaya çıkmış olan tüm kayıplar yitirilmiş beşeri sermaye tanımı içerisine girmektedir.<br />Resmi kayıtlara göre muharebede şehit olanların sayısı 56.643’tür. Muharebede sakat kalan ve kaybolanların sayıları ise sırasıyla 97.007 ve 11.178’dir. Dolayısıyla şehit, sakat ve kayıpların toplamına ilişkin resmi rakam 165.000 civarındadır.<br />I. Dünya Savaşı ve Çanakkale Cephesinde Osmanlı Devleti Zayiatı<br /><br />Muharebede Ölen (Şehit)<br />Muharebede Sakat Kalan<br />Muharebede Kaybolan<br />Yaralanarak Ölen<br />Hastalanarak Ölen<br />Savaş Esiri<br />Ç.Kale 1915–16<br />56.643<br />97.007<br />11.178<br />-<br />-<br />-<br />I. Dünya Savaşı<br />175.220<br />303.150<br />61.487<br />68.378<br />466.759<br />145.104<br /><br />I. Dünya Savaşı boyunca muharebelerde şehit olanlar 175.220 olarak tahmin edilmiş, hastalanarak ve yaralanarak şehit olanlar ile kaybolanların sayıları da ilave edildiğinde bu rakam 771.844’e ulaşmıştır. Muharebelerde sakat kalacak şekilde yaralananlar da bu sayıya eklendiğinde 900.000’e yaklaşan bir rakama ulaşılmaktadır. I. Dünya Savaşı’nda şehit olan ve sakat kalanların toplam sayısı dikkate alındında en fazla kaybın Çanakkale’de verildiği anlaşılmaktadır.<br />Moorehad’ın Gelibolu adlı eserinde Çanakkale Savaşı’nda Türk tarafının toplam zayiatı 251.309 olarak verilmektedir. Bu sayının % 20’den biraz fazlası cephede şehit olanlardan, kalanı ise kayıp, hastalıktan ölen, yaralı ve hastalanıp geri gönderilenlerden oluşmaktadır.<br /><br />Çanakkale Savaşı’nda Türk Tarafının Kayıpları<br /><br />Şehit:55.127<br /><br />Yaralı:100.177<br /><br />Kayıp:10.067<br /><br />Hastalıktan Ölen:21498<br /><br />Hastalanıp Geri Gönd.:64.440<br /><br />Toplam Sayı:251.309<br /><br />Çanakkale Boğaz Komutanlığı tarafından yayınlanan ve resmi bilgi ve belgelere göre düzenlenen tabloda da cephede şehit olanların sayısı, 589’u subay olmak üzere 57 bin civarındadır. Şehit, yaralı, kayıp ve esir olarak yitirilen subaylarımızın toplam sayısı ise 1.633’dür. Düzeltilmiş rakamlarla Çanakkale Savaşı’nda cephede şehit olan, yaralanarak veya hastalanarak ölen, kayıp/esir ve hava değişimi ile hastanelere gönderilenlerin toplamı yaklaşık 200 bin civarındadır. Dolayısıyla Çanakkale Savaşı’nda yitirdiklerimizin sayısının bunun altında olması pek muhtemel değildir.<br />En çok şehit veren ilimiz…<br />Çanakkale Savaşları’nda en çok şehit veren ilimiz Bursa’dır. Bursa’dan 3274 şehit verilmesine karşılık, Balıkesir’den 3003, Konya’dan 2683, Kastamonu’dan 2527 ve Denizli’den 2258 şehit verilmiştir. Diğer taraftan en fazla şehit veren köy ise Kastamonu’nun Güzlük Köyü olup, bu köyden 25 şehit verilmiştir. Çanakkale Türküsü olarak bilinen ve “Çanakkale içinde vurdular beni” diye başlayan türkünün Kastamonu kaynaklı olması Kastamonulu şehit sayısının fazlalığını belirten diğer bir göstergedir.<br />Bir ülkenin en büyük serveti, eğitim ve sağlık açısından iyi durumda olan insanlarıdır. Nitelikli ve genç bir nüfusa sahip bir ülke, her türlü imkânsızlığı yenerek iktisadi ve sosyal düzeyini geliştirebilir. Çanakkale Savaşı’nda dönemin nüfusuna göre önemli sayılabilecek düzeyde genç nüfusun yitirilmesi gelecek dönemler için birçok açıdan problemi de beraberinde getirmiştir. Üstelik bu yitirdiğimiz insanların eğitim düzeyleri dikkate alındığında bu olumsuzluklar daha da derinleşmektedir. Nitekim bir İngiliz general, “Çanakkale’nin İngilizler açısından en büyük kazancı, Türk milletinin okumuş aydın kesiminin şehit edilmesi, gençliğinin ve geleceğinin elinden alınmasıdır” demiştir.<br />Yazımıza son vermeden önce bir hatırlatmada bulunalım. İbrahim Güran Bey’in makalesinin tamamını okumak isteyen okuyucularımızın olabileceği düşüncesiyle kendisinden bir ricamız oldu. İsteyen okuyucularımız makaleyi <a href="http://www.canakkalevakfi.org.tr/">http://www.canakkalevakfi.org.tr/</a> adresinden indirebilecekler.<br />Bu vesile ile tüm şehitlerimizi ve gazilerimizi rahmetle anıyoruz.<br />Ruhları şad olsun.<div class="blogger-post-footer">bu sayfadaki bilgiler, bilinmeyenler, duyulmayanlardir.</div>mimhttp://www.blogger.com/profile/07215388154701650816noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-13244810.post-39662342731908958242007-02-18T19:55:00.000+02:002007-02-18T19:57:13.325+02:00Vatan Haini TanzimatcilarOn soruda Türk Masonluk tarihi Üstad-ı Azam Celil Layiktez’in açıklamaları Masonları bir kere daha kamuoyunun gündemine oturttu. Oysa bu konuda bilinmeyen öyle çok şey var ki...<br />18 Şubat 2007 13:47<br />Yazı boyutunu büyütmek için <br /><br />Salih MERCAN'ın yazısı<br />Türkiye Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Locası Üstad-ı Azamı Celil Layiktez’in gazetelere yansıyan beyanatı, dikkatleri yakın tarihin karanlık sayfalarına yöneltti. Layiktez’e göre Masonların, Selanik’ten İstanbul’a yürüyen Hareket Ordusu’nun harekátında önemli bir payı bulunuyor. Hatta Abdülhamid’i tahttan indirme kararını tebliğe gönderilen 5 kişinin tamamı Masondu (biz 4 kişi diye biliyorduk). Masonluk kapalı bir kutu. Belgeler neredeyse yok gibi. Masonluğun Türkiye serüvenini inşa etmek için pek çok parçayı itinayla toplamanız gerekiyor. Bu yazıda Masonlukla ilgili bazı soruları kısaca cevaplandırmaya çalışacağım. (Kuşkusuz bilgilerimizin hemen tamamen Mason kaynaklarına dayandığı unutulmamalıdır, zaten başka türlüsü de mümkün değildir.) 1. Türkiye’de ilk Mason teşkilatı ne zaman, nasıl kuruldu ve kapatıldı? Osmanlı Devleti sınırları içinde ilk Mason locası, Lale Devri’nin zevk çılgınlığı içerisinde kurulmuştur. 1721 yılında Galata’da, Arap Camii civarında açılan loca, 1748’de I. Mahmud tarafından kapattırılmış ve Masonluk yasaklanmıştır.<br />2. Bilinen ilk Türk Masonu kimdir? Paris’e giden ilk Osmanlı Büyükelçisi Yirmisekiz Mehmed Çelebi’nin oğlu Said Çelebi, kayıtlarda adı geçen ilk Türk Masonudur. Sadrazamlığa kadar yükselmiştir. İlginç olan nokta, ilk Türk matbaasının kurucusu olan İbrahim Müteferrika’nın adının da Mason olarak geçmesidir. 3. Osmanlı Devleti’nde Masonlukla ilgili bulunan ilk belge hangisidir? Andrea Rizopoulos’un Fener Rum Patrikhanesi Arşivi’nde bulduğu bir belge, Fransız Masonlarına ait bir ayin metni olup Rumcaya yapılan bir çeviridir ve 1747 tarihini taşımaktadır. 4. Yeniçerilikle Masonluk arasında herhangi bir bağlantı var mıydı? Yeniçeri Ocağı mensupları, Hacı Bektaş Veli’yi pir sayar ve Bektaşi olduklarını iddia ederlerdi. (Gerçi Mevlevi Yeniçerilere rastlamak da mümkündü.) Bektaşilerin, dini konuları biraz geniş yorumladıkları malum. İşte 1826’da II. Mahmud Yeniçeri Ocağı’nı ortadan kaldırırken, onun dışarıdaki uzantısı ve üssü olarak bilinen Bektaşi tekkelerini kapattırıp Nakşilere devrederken, bir süredir yeniden palazlanan Mason localarının faaliyetleri göze batmış, bu yüzden bir tür Bektaşi kabul edilerek kapatılmışlar, mensupları ise sürgüne gönderilmiştir. Böylece Mason localarını kapatan ikinci padişahın adı da garip bir tesadüfle Mahmud olmuştur. 5.Tanzimat bir Mason darbesi miydi? Özellikle sağ kesimde Tanzimat’ın bir Mason hareketi olduğu tezi, yaygındır. Buna en güçlü kanıt olarak Tanzimat’ı ilan ettiren Sadrazam Mustafa Reşid Paşa’nın Masonluğunu gösterirler. Elimizde bunu kanıtlayacak somut bir belge bulunmamaktadır. Ancak onun döneminde Mason teşkilatlarına göz kırpıldığını ve 1839’dan sonra verdiği gayri resmi izinle Masonluğun Türkiye’de gelişmeye başladığı inkár olunamaz. Bu süreç, 1854-56 Kırım Harbi yıllarında doruğuna ulaşacaktır. Sonuç olarak Tanzimat’ın bir Mason darbesi olduğu söylenemese de, Masonluğun Türkiye’deki modern tarihinin başlangıcı olduğu gerçektir. 6. V. Murad Mason muydu? Masonlara göre, evet. Masonluğa girdiği yer: Kadıköy. Tarih: 20 Ekim 1872. Abdülmecid’in Murad dışında iki oğlu, Nureddin ve Kemaleddin de aynı törenle Masonluğa girmişlerdi. Kaldı ki, Abdülhamid’in Çırağan Sarayı’na kapattırdığı V. Murad’ı kaçırmak için Masonlar tarafından iki teşebbüs yapılmıştır. Birincisi Ali Suavi tarafından (20 Mayıs 1878’de başarısızlıkla sonuçlanmış), ikincisi Skalyeri-Aziz Bey Komitesi tarafından (24 Haziran 1878’de ortaya çıkarılmıştır). 7. Abdülaziz’in tahttan indirilmesi ve öldürülmesi bir Mason operasyonu muydu? Abdülaziz döneminde Masonlar, Abdülmecid dönemindeki rahat çalışma ortamını bulamamışlardı. Onları sıkı bir takibe aldıran Abdülaziz, göz açtırmıyordu. Bu yüzden Mithat Paşa, Ziya Paşa gibi Masonlar tarafından kurulan ve yönetilen bir cunta eliyle 1876 Mayıs’ında tahttan indirilmiş ve birkaç gün sonra Feriye Sarayı’nda ölü bulunmuştu. Bileklerini keserek intihar ettiği söylendi ama Masonlar dahil kimse bu yalana inanmadı, isteyen Celil Layiktez’in makalesinde suicide, ‘intihar’ kelimesinin yanındaki soru işaretine (?) bakabilir. Amaç, Mason yapılan V. Murad’ı tahta çıkarmaktı. 8. II. Abdülhamid Masonlarla nasıl mücadele etti? II. Abdülhamid işe Mithat Paşa’yı sürgüne göndermekle başladı ve iktidarı Mason hakimiyetinden kurtarmayı başardı. Hatta bu yüzden Proodos Locası Üstad-ı Muhteremi Kleanti Skalyeri tarafından öldürülmek istendi. Masonları, sıkı kontrol altına alan Abdülhamid, Masonluğun ne olduğunu, amaçlarını ve güçlerini gayet iyi biliyordu ve bu yüzden körü körüne üzerlerine gitmedi. Daha incelikli bir siyaset takip ederek kontrolü altında aldı. Zaman zaman gizli localara baskınlar düzenletip belgelerini ele geçirtmekle birlikte İstanbul’daki İngiliz locasına cömert bağışlarda bulunduğu da biliniyor. Amacı, Avrupa’da kralları ve parlamentoları nüfuzu altına almış bulunan Masonluğu kışkırtmadan kendi istediği yönde kullanmaktı. Hatta yerli bir Mason locası kurup başına geçmek istediği yolunda bir rivayet Mason çevrelerinde yaygındır. Aslında yapmak istediği, Masonları kullanmaktı. Tabii bu, Masonluk için affedilmez bir suç demekti. Cezası da aynı şekilde ağır olacaktı. 9. Hareket Ordusu bir Mason organizasyonu muydu? Masonluğun Jön Türk devrimine hizmeti gizli saklı bir konu değil. 1901-1908 arasında Makedonya locasında Masonluğa kabul edilen 188 kişiden 23’ünün 2. ve 3. orduya mensup Osmanlı subayları olduğunu biliyoruz. Hareket Ordusu’nun bir kısım subaylarının ve Talat, Manyasizade Refik ve Cavid Beyler gibi İttihatçı önderlerin Masonlukları gerçek olmakla birlikte, mesele Masonlar tarafından kast-ı mahsusla abartılıyor. Sebebi ise basit: Modern Türkiye’nin doğuşu sayılan Jön Türk iktidarını sahiplenmekle bu ülkenin gerçek kurucularının kendileri olduğu mesajını vermiş oluyorlar. Masonlar, İttihatçıların 1910’dan sonra dizginleri ellerine alma çabaları karşısında bu defa onların da aleyhine dönecek ve Osmanlı’nın parçalanmasına yöneleceklerdir. 10. Atatürk Mason muydu? Bu soruyu sorduk ama görüyorsunuz yerimiz tükendi. Üstelik kısaca cevaplanamayacak kadar önemli bir soru bu. Bu yüzden cevabını gelecek hafta vereceğiz.<br />Alinti: Star<div class="blogger-post-footer">bu sayfadaki bilgiler, bilinmeyenler, duyulmayanlardir.</div>mimhttp://www.blogger.com/profile/07215388154701650816noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-13244810.post-24856924814964486612007-02-16T14:24:00.000+02:002007-02-16T14:25:07.610+02:00TSK ve TERÖR'Ordu malı' bombaya soruşturma yasağı Danıştay'a düzenlenen saldırıyla ilgili Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davada, bombaların nereden ve nasıl temin edildiğinin araştırılması talebi reddedildi.<br />16 Şubat 2007 12:02<br />Yazı boyutunu büyütmek için <br />Danıştay saldırısı öncesinde Cumhuriyet'e atılan bombaların ordu malı olduğu ortaya çıkmıştı. Makine Kimya Endüstrisi, Emniyet'e gönderdiği yazıda, üç bombanın Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na ait olduğunu belirtilmişti. Mahkeme, soruşturmanın genişletilmesi talepleri olmaması halinde, esas hakkındaki mütalaasını hazırlaması için dosyanın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderilmesini kararlaştırdı. Danıştay 2. Dairesi üyelerine yapılan silahlı saldırıyla ilgili davanın yedinci duruşmasına saldırgan Alparslan Arslan'la birlikte 7 tutuklu sanık ve avukatlar katıldı. Mahkeme başkanı Orhan Karadeniz, talimatla ifadesi alınan tanıklar Abdurrahman Yıldırım, Burhan Gül ve Turgay Özdoğan'ın açıklamalarını okudu. Arslan'ın ortağı olan avukat Gül, yargılanan Ayhan Parlak'ın abisi İlhan Parlak'ın icra davalarını takip ettiğini ve dava dosyalarını avukat Turgay Özdoğan'a devrettiğini belirtti. Cumhuriyet'e atılan bombalarla ilgili tanıklık yapan Abdurrahman Yıldırım ise gazeteye yakın bir mesafede patlama sesi duyduğunu, bu sırada kendisine doğru 3 kişinin koştuğunu gördüğünü kaydetti. Yıldırım, ifadesinde, "Şahıslardan birini belinde silah tutuyor gibi gördüm. 155'i arayıp şahısların eşkali ve olay konusunda bilgi verdim." dedi. Duruşmada sanık Süleyman Esen'in avukatı Mehmet Ener, Cumhuriyet Gazetesi'ne atılan bombalarla ilgili inceleme yapılmadığını hatırlatarak, araştırma talep etti. Ener, "Müvekkilim hakkında bombaları temin ettiğine yönelik maddi delil yoktur. Sanık Alparslan Arslan, bir ara 'Bombaları Süleyman verdi' demiş, sonra da Esen'in asker eniştesinden temin ettiğini iddia etmiştir. Ancak Arslan bu iddialarını daha sonra yalanladı. Bombaların 1975-1978 yıllarında Milli Savunma Bakanlığı'na ait olduğu ifade edildi. Bombaların nasıl ve nereden temin edildiği araştırılsın." şeklinde konuştu. Sanık Esen ise devletin belirlediği kanunlar çerçevesinde avukatlık yaptığını, iddia edilen saldırılara karışmadığını belirterek tahliye talep etti. Başkan Karadeniz, avukat Eren'in 'bombaların kaynağının araştırılması' ile Danıştay başkanlığı vekili Canan Sibel Özkan'ın soruşturmanın genişletilmesi yönündeki taleplerinin reddine karar verildiğini bildirdi. Sanıkların tutukluluk halinin devamına karar verilerek, duruşma ileri bir tarihe ertelendi. ZAMAN<div class="blogger-post-footer">bu sayfadaki bilgiler, bilinmeyenler, duyulmayanlardir.</div>mimhttp://www.blogger.com/profile/07215388154701650816noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-13244810.post-47324930348760089782007-02-13T23:32:00.000+02:002007-02-11T13:13:00.616+02:00Neden Kizil Sultan ?'Abdülhamid’in mezarını ateşe vereceğiz!' * Mustafa Armağan<br /><a href="mailto:m.armagan@zaman.com.tr">m.armagan@zaman.com.tr</a><br />“Eğer Filistin'de Müslüman Arap unsurunun faikiyetini [üstünlüğünü] muhafaza etmesini istiyorsak, Yahudilerin yerleştirilmesi fikrinden vazgeçmeliyiz. Aksi takdirde yerleştirildikleri yerde çok kısa zamanda bütün kudreti elde edeceklerinden, dindaşlarımızın ölüm kararını imzalamış oluruz.” 10 Şubat’ta vefatının 89. yılında rahmetle andığımız Sultan II. Abdülhamid’e ait olan yukarıdaki sözler 1895’de yazılmış hatıra defterine. O günden ne kadar net görmüş bugünleri, değil mi? Evet, tam da dediği gibi, Filistinli dindaşlarımızın ölüm kararı oldu İsrail devletinin kurulması...<br />Yalnız üzerinde güneş batmayan İngiliz emperyalizmine karşı mücadele vermekle kalmadı II. Abdülhamid; aynı zamanda Ermeni çeteleri ve lobilerine, Siyonist örgütlere, iç ve dış Masonlara, velhasıl Memalik-i Osmaniye’yi bölüp parçalamak isteyenlere karşı cansiperane ve destansı bir direnişti onunkisi.<br />Filistin’in “en zayıf halka” olduğuna yürekten inanıyordu; nitekim dediği gibi de çıktı. Filistin’in Akdeniz-Hint Okyanusu-Kızıldeniz düğümünün merkezi olduğu, 1919’da İngiliz emperyalizminin teorisyenliğine soyunan Halford Mackinder’in tarihî itirafında deşifre edildi. Mackinder’e göre Filistin toprakları, Asya-Afrika-Ortadoğu arasında vazgeçilmez bir adaydı ve İngiliz emperyalizminin petrol üzerindeki hakimiyeti sürdüğü müddetçe desteklenmesi gerekiyordu. Şimdi anlıyoruz emperyalizmin Filistin’i neden bu kadar çok istediğini ve yine şimdi anlıyoruz Sultan Abdülhamid’in Filistin’i emperyalizme kaptırdığımız zaman başımıza nelerin geleceğini öngören sözlerini. Gün geldi, küresel İngiliz hakimiyeti iflas etti ve satılığa çıktı: Zaten Harb-i Umumi’de Amerikalı şirketlerden kovalar dolusu borç almış, tamtakır hazinesiyle dev bir küresel iskelet halini almıştı. ABDli alacaklılar, müflis emperyalizmi de devraldılar ‘mecburen’! Ve petrol savaşı yeniden kızıştı. İkinci Dünya Savaşı’nın hesabı dürülürken, Orta Doğu’dan İngilizler sureta çekiliyor ve ardından İsrail devleti doğuyordu. Amerika, İngilizlerin rolünü olduğu kadar İsrail’in hamiliğini de devralacaktı. Zira onun daha büyük hesapları vardı petrolle ve bu bölgenin denetimi ve birleşmesinin engellenmesi, bir mecburiyetti. İsrail bombaları sınır çizgilerini yeniden yakıyor, kavuruyor. Filistin ve Lübnan tarihlerinin yeni bir kanlı sayfasında yaşıyor. Kuzey Irak sınırımızda İsrailli komutanlar Peşmergelere eğitim yaptırıyor. Ve herkes gibi biz de tarihte yaşamış o tek adamı hatırlıyoruz. Sıkışık durumdaki hazinesini milyonlarca sterlinle “rahatlatmaya” hazır olduklarını söyleyerek yanına kadar sokulan ve kendilerine başlarını sokacak bir arazi vermesini isteyen Theodore Herzl’e Abdülhamid’in söylediği aşağıdaki sözler bir asır sonra bile diken diken etmeye yetiyor tüylerimizi: “Ben bir karış dahi olsa toprak satmam. Zira bu vatan bana değil, milletime emanettir. Milletim bu vatanı kanlarıyla mahsuldar kılmışlardır. O, bizden ayrılıp uzaklaşmadan tekrar kanlarımızla örteriz. [Böyle bir toprak parçası bizden kopartılmak istense bile o toprağı kanlarımızla kaplarız ve yine bizim toprağımız olur.] Benim Suriye ve Filistin alaylarımın efradı birer birer Plevne’de şehid düşmüşlerdi. Bir tanesi dahi geri dönmemek üzere hepsi muharebe meydanında kalmışlardır. Türk imparatorluğu bana aid değildir, Türk milletinindir. Ben onun hiçbir parçasını veremem. Bırakalım Museviler milyonlarını saklasınlar. Benim imparatorluğum parçalandığı zaman onlar Filistin‘i karşılıksız bile ele geçirebilirler. Fakat yalnız bizim cesetlerimiz taksim edilebilir. Ben canlı bir beden üzerinde ameliyat yapılmasına müsaade edemem.” Siyonistler kendilerine Filistin’den toprak satması için bir değil, tam beş kez ikna girişiminde bulundular. Hepsinde yüz geri edilince anladılar ki, o başta kaldıkça Orta Doğu’ya “huzur” gelmeyecek(!).Siyon Yurdu’na giden altın yol, Abdülhamid’siz açılacaktır. Yahudi diasporasının Abdülhamid’e güttüğü kin o kadar derin ve köklüdür ki, Guantanamo’da aylarca esir kalan İbrahim Şen, Vakit’in kendisiyle yaptığı söyleşide ilginç itiraflarda bulunmuştu. Meğer Guantanamo’daki sorgulara İsrailli hahamlar da katılıyormuş. Hatta bu Guantanamo mahkûmu, sorgulardan birisinde Yasef isimli bir Yahudi komutanın vücuduna elektrik verirken kendisine, “Türk terörist, merak etme az kaldı. Irak, İran ve Suriye’den sonra sıra Türkiye’ye de gelecek. Kadınlarınız hizmetçilerimiz, erkekleriniz de kölelerimiz olacak. İstanbul’a geldiğimizde ilk olarak dedeniz Abdülhamid’in mezarını ateşe vereceğiz” dediğini aktarıyordu. II. Abdülhamid 24 Nisan 1909’da tahttan indirildi, vefat ettiği 10 Şubat 1918’de ise Jön Türklere devrettiği, yüzölçümü neredeyse 5 milyon kilometrekareye ulaşan koca imparatorluk kayıplara karışmış sayılırdı. “Hürriyet kahramanı” Enver Paşa’nın 1 Kasım 1918 Cumartesi gecesi saat 23.00’de bir Alman istimbotu ile kurtarmaya kalktığı ülkeden kaçmadan evvel, yaveri Mersinli Cemal Paşa’ya yaptığı şu acı itiraf, İttihatçıların nasıl büyük bir oyuna geldiklerini geç de olsa fark ettiklerini göstermektedir:<br />“Turan yapacaktık, viran olduk. Bizim en büyük günahımız, Sultan Hamid’i anlayamamaktır. Yazık Paşam, çok yazık! Siyonistlere alet olduk ve onların hıyanetine uğradık!”<br />Yıllar geçtikçe haklılığı daha iyi anlaşılan “Son Sultan” II. Abdülhamid’in bütün mücadelesini, bir yandan kurtlarla dans edip ülkeye zaman kazandırmaya, öbür yandan ülkenin yetersiz altyapısını gelmesi kaçınılmaz emperyalist kıyamete hazırlamaya ve insan gücünü yetiştirmeye teksif etmişti. İlk denizaltı gemilerimizi donanmaya kazandırması da, imparatorluk sathında binlerce okulu açması da bu gayenin yansımalarıydı. Çobanlara bile okul açtırmasını, mezuniyet törenlerine hediyeler göndererek memleket evlatlarını okumaya teşvikini ancak bu gaye çerçevesinde anlamak mümkündür. Ona kızanların öfkesini anlıyoruz. Osmanlı’nın postunu pahalıya deldirmişti emperyalizme. Acısız bir ameliyatla gövdeyi paylaşacaklarını düşünenlerin, bu paylaşımın onun gayretleriyle ertelenmesi ve Birinci Dünya Savaşı’nda milyonlarca Avrupalının ölümüyle sonuçlanması karşısında öfkelenmelerinden daha doğal bir şey olamazdı. Dinmeyen öfkelerinin sebebi budur. Tabii Kızıl Sultan iftirasının da... İyi güzel, anlıyoruz İngilizin, Fransızın, Yahudinin, Ermeninin, Masonun şunun bunun hıncını. Peki bizim içeridekilere ne oluyor? Onlar da mı ülkeyi erkenden bölüp parçalatmadığına kızıyorlar yoksa? Orta Doğu’da haritaları yeniden çizme tartışmalarının yapıldığı şu günlerde dikkatle okumamız gereken bir kitap gibidir Sultan II. Abdülhamid’in 33 yıllık iktidarı. Ben bu direnişe, sessiz Çanakkale diyorum. Şehitsiz, gazisiz, topsuz, tüfeksiz Çanakkale... Yok, yok, bir şehidi var bu sessiz Çanakkale’nin. Hem de hakkı yenmiş, garip bir şehidi: O şehid, Abdülhamid’in ta kendisidir. Rahmet onun üzerine yağsın...<div class="blogger-post-footer">bu sayfadaki bilgiler, bilinmeyenler, duyulmayanlardir.</div>mimhttp://www.blogger.com/profile/07215388154701650816noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-13244810.post-32880664632517529462007-02-11T13:12:00.000+02:002007-02-05T23:19:17.279+02:00'alın size derin devlet'Bir 'alın size derin devlet' yazısı<br />'Derin devlet yok' diyenleri ' Konya'da 12 Eylül öncesi yaşananların haksız çıkaracağını yazan Yavuz Donat, darbeyi tetikleyen mitingin perde arkasındaki esrarengizlikleri yazdı:<br />11 Şubat 2007 12:46<br />Yazı boyutunu büyütmek için <br /><br />Al sana derin devlet Kimse karnından konuşmasın, Türkiye'de "derin devlet" var. "Dün" de vardı, "bugün" de var. Derin devlet olayını "isimli, resimli, örnekli, tanıklı" olarak ve "özetleyerek" anlatacağız. Gerekirse "örnekleri çoğaltırız." Yine gerekirse "günümüzden örnekler" sunarız.. OLAY- 1 Çok yakında 30 Ağustos 1980... Öğle saatleri. Yer Konya Orduevi. Vali Lütfi Tuncel ile Belediye Başkanı Mehmet Keçeciler, Ordu Komutanı Org. Bedrettin Demirel'in konuğu. Keçeciler: -Paşam bu anarşi nasıl önlenecek? Org. Demirel: - Reis bey çok yakında önlenir, merak etme. - Nasıl önlenir paşam? - Önleyeceğiz... Nasıl önleneceğinin kurallarını da koyacağız... Yakında görürsünüz. OLAY- 2 Geliyorum diyen ihtilal 2 Eylül 1980... Sabah saat 09.00. Konya Belediye Başkanı Mehmet Keçeciler, Konya Milletvekili (AP) Prof. Şaban Karataş Ankara'da, Başbakanlık konutundalar. Keçeciler: - Sayın Başbakanım. Alaaddin Camii'nin duvarı çatladı. Sizden destek istemeye geldim. Demirel: - Vakıflar'a, Hazine'ye, Bayındırlık'a derhal emir veriyorum... Gereken yapılacak. Başbakan: - Reis bey benim de sizden bir ricam var. Keçeciler: - Emriniz olur sayın Başbakanım. - Hoca'ya (Prof. Erbakan) selam söyleyin. Meclis'ten erken seçim kararı çıksın... Askeri tutamıyorum... Erken seçim kararı alınırsa ihtilal önlenir. - Benim de duyum ve endişelerim var. - Reis bey, Hoca üzerinde ağırlığınızı kullanın, ihtilali önleyelim. OLAY- 3 2 Demirel 2 Eylül 1980... Öğleden sonra. TBMM'de, Milli Selamet Partisi Genel Başkanlık Odası. Odadakiler: Prof. Erbakan, Oğuzhan Asiltürk, Şevket Kazan, Recai Kutan, Süleyman Arif Emre. Ve Mehmet Keçeciler. Mehmet Keçeciler: - Muhterem Hocam, bazı şeyleri arzetmek istiyorum. Prof. Erbakan: - Buyrunuz. Keçeciler: 1. Hocam 6 Eylül'de Konya'da yapılacak Kudüs mitingi iptal edilsin. 2. Kudüs'e asker gönderilecekse beni 1'inci sıraya yazın. 3. Ama miting bizim başımızı belaya sokar. 4. İhtilal geliyor. Oğuzhan Asiltürk: - Ordu sağcı-solcu diye 2'ye bölündü... İhtilal falan olmaz. Prof. Erbakan: - Madem Konya istemiyor, Kudüs mitingini Kayseri'de yapalım. Oğuzhan Asiltürk: - Ama zaman yok... Konya'da yapmaya mecburuz. Prof. Erbakan: - Mehmet bey, ihtilal olacağını kimden duydunuz? Keçeciler: - 2 Demirel'den... Önce Org. Bedrettin Demirel söyledi, sonra da Başbakan Demirel. Başbakan Demirel'in adını duyan hoca Prof. Erbakan birden sinirlenir: - Bizi askerle korkutuyor... Miting yapılacaktır... 6 Eylül'de Konya'da. Keçeciler de sinirlenir: - Öyleyse ben de artık sizin belediye başkanınız değilim. OLAY- 4 İstifa mektubu 3 Eylül 1980. Mehmet Keçeciler Konya'ya döner ve MSP İl Başkanı Ali Güneri'ye "istifasını" verir. İstifanın "mitingden sonra açıklanması" kararlaştırılır. Keçeciler "miting günü" Konya'da bulunmak istemez. Ama Vali rica eder: - Konya'dan ayrılma. Org. Demirel de: - Seni tanıyorum, bir yere gitme. OLAY- 5 Sahipsiz afiş 4 Eylül 1980. Konya'da, Ordu Komutanlığı Karargahı'nın karşısına dev bir afiş asılır: - "Şeriat İslam'dır." Org. Demirel, Belediye Başkanı Keçeciler'i arar: - Bu afişi asacak başka yer kalmadı mı? - Paşam, ben astırmadım. Derhal indiriyorum. Afiş indirilir. Ve afişi kimin astırdığı da bulunamaz. OLAY- 6 Derin devletin deli kadrosu 6 Eylül 1980. İhtilal sebepleri arasında sayılan meşhur Konya mitinginin sabahında, Belediye Başkanı Keçeciler, şehri dolaşmaya çıkar. Ve kentin "kimseye zararı olmayan, halkın harçlık verdiği" delileriyle karşılaşır. Örneğin Deli Kazım, Deli İsmail. Esnafın "sabah erkenden dükkânıma uğrarsa işlerim rast gider" dediği Deli Mustafa. Yine zararsız delilerden "İbibik Selahattin." 40-50 deli. "Yeşil cüppeleri" giymişler, başlarında "yeşil sarık", ayaklarında "çizme", Konya sokaklarında "şeriat istiyorlar." Keçeciler: - Lan Mustafa, bu kılık kıyafet ne böyle? - Reis abi, reis abi bizi giydirdiler. - Kim giydirdi? - Birileri giydiriverdi... İyi olmuş mu reis abi? Konyalı delileri "kimlerin giydirdiği" hiç öğrenilemedi. OLAY- 7 5 bilinmeyenli denklem 6 Eylül 1980... Öğleden sonra. Milli Selamet Partisi'nin Konya Mitingi'nde tam İstiklal Marşı okunacağı sırada... "Arkalardan 5 kişi" bağırmaya başlar: - İstiklal Marşı değil, ezan istiyoruz. 5 kişinin "gazetelerde resmi çıkar." Ama bu 5 kişiyi "Konya'da tanıyan, bilen yoktur." Mehmet Keçeciler hemen savcılığa başvurur: - Bunların bulunması ve haklarında soruşturma açılmasını rica... Aradan 27 yıl geçti. Bu 5 kişi "hala kayıp." Ve son not: 12 Eylül ihtilalinden sonra MSP yönetimi "hapse atıldı." Keçeciler Ordu Komutanı'nın isteğiyle "bir süre Belediye Başkanlığı'na devam etti."<br />Sonra Ankara'ya, "Başbakan Yardımcısı Turgut Özal'ın Danışmanlığına" atandı. Sabah<div class="blogger-post-footer">bu sayfadaki bilgiler, bilinmeyenler, duyulmayanlardir.</div>mimhttp://www.blogger.com/profile/07215388154701650816noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-13244810.post-91115244949339912212007-02-05T23:17:00.000+02:002007-02-05T23:19:17.635+02:00Sultan Abdulhamid´in sakli yüzü<a style="COLOR: #ff0000" href="mailto:m.armagan@zaman.com.tr">MUSTAFA ARMAĞAN</a><br /><br />Sultan Abdülhamid, zamane yöneticileri gibi devlet hazinesinden yiğitlik yapmaz, her yıl çocukluğundan beri biriktirdiği şahsi hazinesinden bir miktar parayı borcunu ödeyemediği için hapse düşenleri kurtarmaya tahsis ederdi.<br />Dedem Mustafa Armağan’ın yengesi Hamide Nine, evimize yatılı misafir olarak geldiğinde bizi etrafına toplar, hatıralarını anlatır, ancak konu maaşların masraflara yetmediğine gelince, takılmış plak gibi, “Ah, Sultan Hamid devrinde bolluk bereket vardı. O gittikten sonra her şey pahalandı.” diye söylenirdi. Şimdilerde doğan çocuklar arasında Tayyip isminde artış görüldüğü gibi, o zaman da aileler kızları olursa Hamide, oğulları olursa Hamid ismini koymaya özenir, hatta dedem gibi hızını alamayıp kızına Atiye ismini koyanlar da eksik olmazdı. ‘Hepsini anladık da, bu Atiye ne oluyor?’ diyorsanız bunun ilginç bir hikâyesi var ki, Sultan II. Abdülhamid’in insan yönüne olduğu kadar baba imajına da demir atar sessizce.<br />Burhan Felek, çocukluk hatıralarını topladığı “Hayal Belde Üsküdar”da Abdülhamid dönemine rastlayan kendi sünnet düğününde bizzat padişahın gönderdiği çeyrek altını avuçlarına aldığı zamanki heyecanını unutamadığını yazar. Tahta çıkış yıldönümü olan 19 Ağustos tarihinde toplu sünnetler düzenleten Abdülhamid, böylece bugün dahi devam eden bir çift geleneği; sünnetlerin ağustos ayında yapılması geleneği ile toplu sünnet törenlerini başlatmış oluyordu. Yani bugün eğer sünnet törenlerini, farkına varmadan ağustos ayına kaydırıyorsak ve toplu sünnet diye bir uygulama varsa, her ikisini de Abdülhamid’in insan kalbine, özellikle de çocuk kalbini kazanma yönündeki mükemmel stratejisine borçluyuz. Artık törenlere çeyrek altın gönderen bir Abdülhamid Baba yok; gerçi ama onun ayak izini aramızda görebiliyoruz hepimiz.<br />İşte “Atiye” ismini Urfa’daki bir aileye kadar yaygınlaştıran şey, Sultanımızın, Tanzimat’la birlikte kimyası bozulan Devlet Baba imajını diriltmek ve sahipsiz olmadıkları duygusunu halka yeniden aşılamak için gösterdiği olağanüstü çabanın sonucuydu. Bürokrasinin kekre yüzüyle muhatap ola ola devlete güveni derinden sarsılmış kitleleri yeniden sarıp sarmalayan ve kendilerini bir büyük ailenin üyeleri, padişahı da babaları gibi görmeleri yönünde güdümleyen Abdülhamid’in, bakanlarını ve vezir vüzerayı da yanına alarak halka o soğuk günlerde yakacak temin etmek için nasıl seferber olduğunu yazmıyor maalesef tarihlerimiz.<br />Onlar yazmıyor diye, yapılan iyilikler karşısında kalem sonsuza kadar susacak değil elbette. İşte Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyelerinden Nadir Özbek, ABD’de hazırladığı doktora tezinde (İletişim Yayınları tarafından “Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyal Devlet” adıyla 2002’de yayınlandı), Abdülhamid’in bu yardımsever yönüne büyüteç tutuyor ve ortaya inanılması güç bir tablo çıkıyor: Aydınların Kızıl Sultan dedikleri Abdülhamid’i halkımızın hâlâ neden bu denli sevdiğinin ipuçlarını buluyoruz bu kitapta.<br />Görelim mi ipuçlarından birkaçını?<br />Önce şu “atiyye” meselesi. Atiyye-i seniyyeler, padişahın geniş bir kitleye sunduğu hediyelerdir. Bu hediyeler, sünnet düğünlerine çeyrek altın göndermekle sınırlı kalmamış, mezuniyet törenlerinde öğrencilere hediye kitap göndermekten tutun da, Üsküdar’da itfaiyeci Mehmet Efendi’nin 7-8 yaşlarındaki zavallı sakat kızına protez bacak yaptırmaya kadar uzanan gerçek bir yardım seferberliğine dönüşmüştür adeta.<br />Mesela soğuk geçen kış günleri için özel bir komisyon kurulmuş, bunlar (bazılarının bunlara ‘hafiye’ demesinde sakınca yok) evini ısıtacak imkânı bulunmayan haneleri tespit ettikten sonra Hazine-i Hassa Nezareti’nin tahsis ettiği 15,300 kuruş karşılığında 50 ton kömür satın alıp İstanbul’un yoksul halkına dağıtmıştır. Arşiv belgelerinden öğrendiğimize göre, kömürün dağıtıldığı bir semt halkı o kadar memnun olmuştur ki, padişaha bir teşekkür mektubu göndermiştir. Yardımların yalnız İstanbul halkına yönelik olduğunu sanıyorsanız, Abdülhamid’in projesini anlamamış olursunuz. Mesela Filibe’nin fakirlerine kömür yardımı yapıldığını ve onların da padişaha müteşekkir olduklarını belirten bir arzuhal sunduklarını gösteriyor arşivler.<br />Abdülhamid’in her tahta geçiş yıldönümünde alışkanlık haline getirdiği bir atiyyesi de, borçları yüzünden hapse düşenleri kurtarma operasyonudur. Zamane yöneticileri gibi devlet hazinesinden yiğitlik yapmaz, her yıl çocukluğundan beri biriktirdiği şahsi hazinesinden bir miktar parayı borcunu ödeyemediği için hapse düşenleri kurtarmaya tahsis ederdi. Nitekim 1892 yılında, doğum gününü vesile kılarak komisyona mahkûmların durumunu inceletmiş, tahsis edilen miktarın gerekenden fazla olduğu anlaşılınca affın kapsamı genişletilmiş ve aftan 50 kişinin daha yararlanması sağlanmıştır.<br />En iyisi çarpıcı bir örnekle konuyu noktalamak.<br />29 Mayıs 1899’da bir dilekçe gelir Abdülhamid’e. 6 yıl önce sol bacağını kaybeden 26 yaşında bir genç, içine düştüğü sefaleti anlatarak Sultan’dan durumuna bir çare bulmasını ister. Abdülhamid, ilgilenmesi için mektubu Bahriye Nazırı Hasan Hüsnü Paşa’ya ulaştırır. Paşa, raporunda bacağın kalçaya çok yakın bir yerden kesilmiş olduğunu, bu nedenle de, takma ayağın bir korse ile bele bağlanması gerektiğini yazar. Hesap kitap yapılır. Protez, tam 18 liraya mal olacaktır. Konu bu defa Sadrazam Halil Rıfat Paşa’nın masasındadır. Sadrazam paranın ödenebilmesi için padişahın onayını ister. Belgenin kenarına Abdülhamid’in zarif notu, takma bacağın parasının atiye-i seniyye’den ödenmesini buyurmaktadır. (Bkz. Yavuz Selim Karakışla’nın “Toplumsal Tarih” dergisinin Ağustos 2003 tarihli sayısındaki yazısı.)<br />Talebi, 2 ay gibi kısa bir sürede cevaplanan bu delikanlının kim olduğunu mu merak ettiniz? Söyleyeyim: Bu talihli gencin ismi, Ahmet, Mehmet değil, Kirkor oğlu Onnik’tir. Yani bir Ermeni çocuğu! Osmanlı milletlerini tek bir aile gibi yönetmek için yapılan son soylu girişimdi Abdülhamid’inki.<br />Sayı:<br />174<br />Bölüm:<br />Okur Mektubu<div class="blogger-post-footer">bu sayfadaki bilgiler, bilinmeyenler, duyulmayanlardir.</div>mimhttp://www.blogger.com/profile/07215388154701650816noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-13244810.post-82136403658196977222007-02-05T23:15:00.000+02:002007-02-05T23:16:31.257+02:00Vahdettin, Ecevit ve tarihin evine dönüşü<a style="COLOR: #ff0000" href="mailto:m.armagan@zaman.com.tr">MUSTAFA ARMAĞAN</a><br /><br />Aslında “Vahdettin tartışması”nı başlatmak, 1991’in 19 Mayıs’ında, o vakitler Fehmi Koru’nun yönetiminde çıkan “Zaman” gazetesine nasip olmuştu. Vehbi Vakkasoğlu, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Samsun’a çıktığı Bandırma vapurunun, ders kitaplarında yazıldığı gibi kırık dökük bir gemi olmadığı iddiasını ortaya atmış ve bu haber, kamuoyunda ateşli bir tartışmanın fitilini ateşlemişti.<br />Demek her şeyin bir vakti, zamanı varmış. Demek tarih bir kere yazılınca bütün defterler kapanmıyormuş. Ve demek bir kıvılcım, dikkatleri o zamana kadar bakılmamış puslu bir noktaya yöneltiyor ve tarihin bakılmamış açıları ancak böyle fark ediliyormuş.<br />Sayın Bülent Ecevit’in 20 gün önce başlattığı “Vahdettin tartışması”ndan söz ediyorum. Şimdiye kadar açılmasına cesaret edilememiş kutularından birisi daha açıldı Pandora’nın ve bu defa, “Tartıştırmayız” diyen taifenin hakikat karşısında ne denli acze düştüğünü ayan beyan görmüş olduk. Daha doğrusu, son 20 gündür, küller altındaki bir hakikatin, temmuz sıcağında nasıl bir hışırtıyla aramıza karışmakta olduğuna şahitlik ettik cümle âlem.<br />Aslında “Vahdettin tartışması”nı başlatmak, 1991’in 19 Mayıs’ında, o vakitler Fehmi Koru’nun yönetiminde çıkan “Zaman” gazetesine nasip olmuştu. Vehbi Vakkasoğlu, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Samsun’a çıktığı Bandırma vapurunun, ders kitaplarında yazıldığı gibi kırık dökük bir gemi olmadığı iddiasını ortaya atmış ve bu haber, kamuoyunda ateşli bir tartışmanın fitilini ateşlemişti. Uğur Mumcu 20 Mayıs tarihli yazısında, yabancı kaynaklardan yararlanarak bu haberin orijinal olmadığını, konunun evvel eski bilindiğini iddia etmiş, kafaları iyice karıştırmıştı, Fehmi Koru ise 22 Mayıs tarihli yazısında, Mumcu’ya, ‘Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a Padişah tarafından gönderildiği ve İstanbul’dan İngiliz vizesiyle çıktığı madem sır değildi, neden daha önce yazmadınız?’ sorusunu yöneltmişti haklı olarak.<br />Peki ne oldu da, aradan geçen 14 yılda saflar yeniden şekillendi? ‘28 Şubat’ın azizliği’ diyeceksiniz, biliyorum. Vahdettin’in hain olduğuna değil, “hain olarak kabul edilmesinin faydasına” inanan Sayın Süleyman Demirel’in bir zamanlar neler söylediğini, tek cümleyle hatırlayalım mı? İşte “Köprü” dergisinin Mart 1987 tarihli sayısındaki röportajından bir cümle: “Şayet Kur’ân kursları veya din eğitimi bu kanuna ters düşüyorsa, yanlış olan din eğitimi değildir; Tevhid-i Tedrisat Kanunu’dur.”<br />Gözlerimize inanamasak da, bundan 18 yıl önce Demirel, Tevhid-i Tedrisat’ın din eğitimi lehine değiştirilmesini, eğer değişecek -ve yanlış- bir şey varsa bunun din eğitimi değil, kanun olduğunu savunmaktadır! Yine aynı yıllarda Demirel, TC’nin bir “İslam Cumhuriyeti” olarak kurulduğunu ve laikliğin yanlış uygulamalarına rağmen bir İslam Cumhuriyeti olma vasfını koruduğunu söyleme cüretini gösterebiliyordu.<br />Ben bu konuda Ecevit’in daha tutarlı bir çizgi izlediğini, 1970’lerden itibaren, Atatürk’ün kurduğu partinin, CHP’nin başında olduğu yıllarda dahi, katı Kemalistler ve şabloncu zihniyetle mücadele ettiğini, Cumhuriyet devrimlerinin birer üstyapı devrimi olduğunu, bu yüzden de birçok yapısal sorunun Osmanlı’dan beri aynen devam ettiğini, asıl yapılması gerekenin, halkın inanç ve sağduyusuyla oynamadan, Cumhuriyet’in yeterince uzanamadığı altyapı devrimlerini gerçekleştirmek olduğunu haykırmıştı.<br />Bu yüzden Ecevit’in Vahdettin hakkındaki hükümleri sürpriz olmadı benim için. Onu tanıyanlar için de olmamak gerekirdi. Lâkin hafızaları o kadar Şubat Soğuğu’na maruz kalmıştı ki, değişenin kendileri olduğunu, Ecevit’in bir zamanlar sadece ismini koymadan söylediklerini bugün siyaseten rahatlamış olarak adıyla sanıyla dile getirdiğini fark edememişlerdi. Tabii ki, 1970’lerin kavga gürültü ortamında, tarihine saygılı muhafazakâr kesimlerin, Ecevit’in Vahdettin’le olan hısımlığını duyacak halleri yoktu, Ecevit’in de duyuracak hali.<br />Şimdi özlenen konuşma ortamı yakalandı bence. Habermas’ın sözünü ettiği “iletişimsel eylem” için gayet olumlu bir vasat üzerindeyiz; en azından yakın tarihimiz adına memnun olabiliriz. Bu tartışma, hiçbir şeyin kapısını açmadıysa, tabu zannedilen, ama herkesin, ‘Birisi çıksa da şunları dile getirse’ dediği asırlık bir kördüğüme doğru ilk ciddi hamle oldu. Aynı şekilde 1940’larda Sultan Abdülhamid’in ‘iyi’ olduğunu savunmak dahi cesaret isterdi; gördüğümüz gibi, bugün bu engel aşıldı, karşıt düşünceler de seslerini duyurabilecekleri imkâna kavuşmuş oldu. Aynı şey, Vahdettin için neden mümkün olmasın? Demek ki, tarihte hainler üretmek kolay olsa da, hakikatin önündeki perdeyi uzun süre kapalı tutmak mümkün olamıyor.<br />Bu arada Vahdettin-Atatürk ilişkisiyle ilgili yeni bilgiler de ortaya çıkıyor. Milli Mücadele’den itibaren Atatürk’ün Hususi Kalem Müdürü ve Umumi Kâtibi olarak görev yapan Hasan Rıza Soyak’ın hatıralarında geçer. 1925 yılı olmalı. Çankaya’ya, Atatürk’ün Mısır’dan tanıştığı eski bir Osmanlı paşasının mektubu gelir. Mektupta Paşa’nın, San Remo’da Vahdettin’i ziyaret ettiği, konuşmaları sırasında onun sıkıntıda olduğunu anladığı belirtilmekte ve Gazi’den yardımda bulunması rica edilmekteymiş.<br />Mektup okunurken Gazi’nin gözleri dolmuştur. “Gördün mü dünyanın halini çocuk?” demiştir Soyak’a, “Nerede o haşmet, nerede o azamet, nerede o saltanat. Şimdi hepsinin yerinde yeller esiyor. Hiçbir şeye güvenilemez. Bundan dolayı hayatta daima çok ölçülü olmak lazımdır.” Sonra “Nasıl yardım edilebilir?” diye düşünmüş ve kendisinin şahsî servetinin bulunmadığını, hazinenin de fakir olduğunu söyleyerek sürgündeki Vahdettin’e “devlet hazinesinden yardıma hakkımız yok” demiştir. Diğer taraftan Vahdettin’in “hataları” yüzünden şehit düşenlerin geride yüz binlerce yardıma muhtaç çocuk bıraktığını, onların yardıma Vahdettin’den daha fazla muhtaç olduklarını belirtmiştir. Çocukların nafakalarından kesilerek bir eski sultana para yollanmasının yakışık almayacağına dikkat çeken Atatürk’ün, bu konuşma sırasında Vahdettin’in “ihanet”inden hiç söz etmemesi ve olaya beşerî açıdan (hata olarak) yaklaşması ise epeyce ilginçtir.<br />Tarih normalleştikçe, kendisini açacaktır.<br />Sayı:<br />173<br />Bölüm:<br />Okur Mektubu<div class="blogger-post-footer">bu sayfadaki bilgiler, bilinmeyenler, duyulmayanlardir.</div>mimhttp://www.blogger.com/profile/07215388154701650816noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-13244810.post-50987986061657731122007-02-05T23:14:00.001+02:002007-02-05T23:14:58.213+02:00Atatürk, Nutuk’u keşke hiç yazmasaydı!<a style="COLOR: #ff0000" href="mailto:m.armagan@zaman.com.tr">MUSTAFA ARMAĞAN</a><br /><br />Aslında Nutuk’la birlikte karşımıza iki Mustafa Kemal’in çıktığı kesin. Ve maalesef Nutuk’ta, tarihi yazan yapana değil, yapan yazana sadık kalmıştır. Her zaman olduğu gibi! Bu da inkılap tarihçilerinin işini külliyen zorlaştırmaktadır.<br />Özellikle yakın tarihle ilgili yazmaya başladıktan sonra sorularınızın rengi de değişti sanki. Osmanlı tarihiyle ilgili yazarken, ‘Bu kaynaklara nereden ulaşıyorsunuz?’ diye sorarken, şimdilerde, ‘Tarih nasıl bu kadar farklı yazılabilmiş?’ türü sorulara rağbet ediliyor. İster istemez okurların kafaları karışıyor: ‘Siz bir türlü anlatıyorsunuz, başka kaynaklar başka türlü. Bunu bir açıklayıverin. Hani yüzlerce, binlerce yıl önceki tarih olsa ters yazılan; amenna. Ama şurada 80-90 yıl önceki olayları bile nasıl olmuş da tersinden yazabilmişiz, hayret!’<br />Çocukluğumda Bursa sokaklarında baloncuk şişeleri satan bir adam dolaşırdı. Elindeki deterjanlı şişeye daldırdığı ucu daire şeklindeki çubuğu bir süre mahalle çocuklarına üfletip baloncukları seyrettirdikten sonra etrafında yükselen ‘Aaaa’ nidalarına, ‘Hayret, hayret, biraz da gayret!’ diye karşılık verirdi. Gayret, yani satış. Bizim de artık hayretten gayrete geçme zamanımız gelmedi mi? Gayret, yani metinler üzerinde çalışma.<br />Ben tarihteki karışıklıkların büyük kısmının, metinlerin yanlış, bazen de yanlı okunmasından kaynaklandığını düşünüyorum. İlk kaynaklardan kopulduğu zaman kaçınılmazdır bu. Özellikle Harf Devrimi’nin bizi 1929 öncesi malumatın hemen tamamından mahrum ettiğini bilmemiz lazım. Kurtuluş Savaşı’nın gazetelerini okumayan bir nesil, oradaki tartışmalara nasıl vâkıf olacak, farklı olarak neler söylendiğini nereden öğrenecek? Nutuk’tan elbette, diyecekler. İyi ama Nutuk bir fotoğraf değil, bir yorumdur. Hem de öyle bir yorumdur ki, kendisinden sonraki bütün yorumları boyunduruğuna almak için yazılmış bir ana yorum.<br />Atatürk’ün yakınlarından ve laikliğin yılmaz bekçilerinden Falih Rıfkı Atay, 22 Haziran 1951’de, “Dünya” gazetesinde ilginç bir yazı kaleme alır. Bu yazıda Atatürk’ün Nutuk’u yazmakla belgeleri belli bir yoruma tabi tuttuğunu ve tarihçiyi hükümlerinde bağladığını söyler. Atay’a göre Atatürk Nutuk’u yazmamalı, bütün o belgeler, tutanaklar dosyalarda kalmalı ve tarihçiler hükümlerinde daha serbest olabilmeliydi.<br />Nutuk’un yazılması, bir bakıma yakın tarihimizin dilini tutuklamıştır. Neden? Çünkü yine Atatürk’ün bir sözünde geçtiği gibi, Nutuk’u bir tarih metni olarak kullanmaya kalktığınızda, tarihi yapan mı yazana sadık kalmıştır yoksa yazan mı yapana sadık kalmıştır, karışmaktadır. Yani Nutuk’u kaleme alan şahıs, Milli Mücadele’nin kahramanı Mustafa Kemal Paşa mıdır yoksa bir tarihçi mi? Tarihçi Mustafa Kemal, Gazi’nin bütün eylemlerini onaylamakta mıdır? Tamamen onaylıyorsa Nutuk, nasıl bir tarih metni olabilir? Değilse ona hangi noktalarda itiraz etmektedir?<br />Aslında Nutuk’la birlikte karşımıza iki Mustafa Kemal’in çıktığı kesin. Ve maalesef Nutuk’ta, tarihi yazan yapana değil, yapan yazana sadık kalmıştır. Her zaman olduğu gibi! Bu da inkılap tarihçilerinin işini külliyen zorlaştırmaktadır. Çünkü onlar ‘tarihi yazan Mustafa Kemal’e mi, yoksa ‘tarih yapan Mustafa Kemal’e mi sadık kalacaklarını çoğu zaman şaşırmaktadırlar.<br />Erik Jan Zürcher’in dediği gibi, Nutuk, aslında 1919-1927 yıllarını anlatan bir tarih metni olarak okunmamalı. Daha çok İzmir suikastı ve sonrasında İttihatçıların ve Milli Mücadele kadrolarının neden tasfiye edildiğinin bir muhasebesi, yani bir hesaplaşma metni olarak okunmalıdır. İşin içine hesaplaşma tavrı girince ortada ne kadar tarih kalacağına varın siz karar verin.<br />Nitekim de kalmıyor. Kâzım Karabekir, malum, Milli Mücadele’nin 1924’e kadarki en gözde kahramanlarından. ‘Şark fatihi’ne çıkmış namı. Kurtuluş Savaşı hep bir Garp cephesi savaşı olarak anlatıldığı için onun ‘savaş’ı es geçilmiştir. Oysa 19 Mayıs 1919 şartlarına baktığınızda Mondros Mütarekesi’nden sonra ayakta kalan son düzenli Osmanlı ordusunun Erzurum’daki Onbeşinci Kolordu olduğu görülür. İlk kongrenin Erzurum’da toplanması tesadüf değildir ve bu kongrenin toplanmasında Mustafa Kemal Paşa’nın hiçbir katkısı yoktur. Üstelik başlangıçta İstanbul’dan geldiği için kendisinden şüphelenip kongreye kabul edilmediğini biliyoruz. Kâzım Karabekir’in aracılığıyla kabul edilip başkan seçilmiştir.<br />İşte size Nutuk’tan Kâzım Karabekir’i silen bir belge. Elimde 1927 tarihli, Arap harfli 2. baskısı var Nutuk’un. Vesikaları içeren 2. cildin 8. sayfasındaki vesika, tarih sırası itibariyle Nutuk’taki en eski vesikadır ama nedense hak ettiği gibi en başa değil, 10. sıraya konulmuştur!<br />21 Mayıs 1335 (1919) tarihli bu şifreli telgraf, Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışından sadece 2 gün sonra Kâzım Paşa’ya çekilmiştir. Şimdi metnin baş tarafını vesikalar cildinden dikkatle okuyalım:<br />“Ahvâl-i umumiyemizin almakta olduğu şekl-i vahimden pek müteellim ve müteessirim. Millet ve memlekete medyûn olduğumuz en son vazife-i vicdaniyeyi yakından mesâi-i müşterekeyle en iyi ifa etmek mümkün olacağı kanaatiyle bu son memuriyeti kabul ettim. Bir an evvel zâtıâlinize mülâki olmak arzusundayım...”<br />Burada genel durumun vahim oluşundan üzgün olduğunu söyleyen Mustafa Kemal’in, Kâzım Paşa’ya, bu müfettişlik görevini, onunla beraber çalışarak başarabileceğine inandığı için kabul ettiğini ve bir an önce onunla buluşmayı arzuladığını okuyoruz.<br />Gelin görün ki, aynı Nutuk’un ilk cildinin 11. sayfasını açıyor ve bu telgraf metnini bir kere de buradan okuyoruz. Hayretle, yukarıdaki “Bir an evvel zâtıâlinize mülâki olmak arzusundayım” cümlesinin, “Bir an evvel Erzurum’a gitmek arzusundayım”a dönüştürüldüğünü görüyoruz. 1919 Mayıs’ında kendisine neler borçlu olduğunu bildiğimiz Kâzım Karabekir Paşa, 1927’de artık istenmeyen adam olmuştur.<br />Yani Nutuk’ta anlatılan olayların ister istemez 1924 sonrasında oluşan yeni duruma uydurulduğunu, bu yeni konum gereği eski olayların yeniden hizaya sokulup yorumlandığını görmekteyiz. Daha önce yazdığım ve “Küller Altında Yakın Tarih” (Timaş) adlı kitabımda genişçe incelediğim gibi, Vahdettin’e çekilen telgraftaki bir kelimenin değiştirilmesi tek örnek değildir. Dolayısıyla yakın tarihi Nutuk eksenli okumak, her zaman isabetli sonuçlar vermeyebilir. Tabii ki yararlandığımız tarafları olacak. Ancak tarih kaynaklarını kutsal ve dokunulmaz kılarsanız, tam da o zaman kaynak olma özelliklerini yitirirler. Unutmayalım ki, Nutuk’a yapılacak en büyük kötülük, onu okunmayan ve tartışılmayan bir fosilleşmiş metin kılığına sokmaktır.<br />Ben Falih Rıfkı Atay’ın 1951’de açtığı tartışmanın cesaret düzeyini maalesef sonrakilerde bulamıyorum. m.armagan@zaman.com.tr<br />Sayı:<br />1<br />Bölüm:<br />Aktüel<div class="blogger-post-footer">bu sayfadaki bilgiler, bilinmeyenler, duyulmayanlardir.</div>mimhttp://www.blogger.com/profile/07215388154701650816noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-13244810.post-85591332954544841522007-02-05T23:12:00.000+02:002007-02-05T23:13:29.212+02:00Menemen neleri örtüyor?<a style="COLOR: #ff0000" href="mailto:m.armagan@zaman.com.tr">MUSTAFA ARMAĞAN</a><br /><br />Yakın tarihimizdeki pek çok olayda olduğu gibi, Menemen olayını ya bir “irtica” ayaklanması ya da düpedüz bir “komplo” suretinde ele almak ortak alışkanlığımız oldu galiba.<br />Peki Menemen olayına bir de İsmet İnönü ve CHP örgütü açısından bakmaya ne dersiniz? İşte o zamanki adıyla Başvekil İsmet Bey’in, Menemen olayı üzerine TBMM’de yaptığı 1 Ocak 1931 tarihli konuşmadan bir pasaj:<br />“Bizim çektiğimiz sıkıntı nedir? Muhalefet havasında, tenkidatta, muhalif neşriyatta memleketin ve devlet otoritesinin çektiği sıkıntı, memleket alınganlığının suistimal edilmesidir. Nasıl mevkii iktidar sahibi, memleketin tahammülü yoktur vesilesini siper ittihaz ederek kendisini lâyuhtî mevkiinde göstermeğe istidatlı ise fırsat ve imkanı bulunca tenkit etmek vaziyetini takınmış olan adam da bütün şahsiyetleri, devletin bütün kanun ve kuvvetlerini ayak altına almak için hiçbir hudut tanımamaktadır (Doğru sesleri, bravo sesleri).”<br />Şimdi ne anlamalıyız bu konuşmadan? Öncelikle itiraf edilmeyen bir sıkıntı olduğunu kabul etmektedir. Ancak sıkıntı tek taraflı değildir.<br />İnönü’ye göre devlet otoritesi sıkıntılıdır, çünkü “Muhalefet havasında, tenkidatta, muhalif neşriyatta”, yani Fethi Okyar’a kurdurtulan Serbest Fırka’nın getirdiği hürriyet ortamında hükümete yönelik eleştiriler “memleket alınganlığını” suistimal etmekte, kötüye kullanmaktadır. Bu “memleket alınganlığı” meselesi çok mühim. Ülke CHP’nin icraatından neden alınmakta olsun? Çünkü CHP’yi istemediğini, “yiyiciliğini”, kendisine yabancılaştığını Fethi Bey’in İzmir mitinginde en açık biçimde göstermiştir. Seçimlerde Ege Bölgesi silme Serbest Fırka’ya oy vermiştir. Menemen CHP’nin değil, Serbest Fırka’nın adayını seçmiştir. (Tabii Samsun ve Silifke de. Silifke o tarihte il merkeziydi. Seçimde muhalif partiye oy verdiği için cezalandırılacak ve ilçe yapılacaktır.)<br />İşte bu serbestlik ortamından ve “Yarın”, “Son Posta” gibi muhalif gazetelerin eleştirilerinden fena halde rahatsız olan İnönü, “fırsat ve imkanı bulunca tenkit etmek vaziyetini takınmış olan adam” dediği Fethi Okyar’ın Meclis’teki yaylım ateşinden şikayet etmektedir. Menemen olayından 3 gün önce Okyar’ın Meclis’e bir soru önergesi verdiğini bilirsek CHP’nin nasıl köşeye sıkışmış olduğunu daha iyi anlarız. Bu soru önergesinden, İzmir basınında çıkan haberlerde Değirmendere bucağında, Ahmetli köyünde halkın sefaletinden bahsedildiğini, halkın açlık yüzünden sadece ahlat ve otla beslendiğini öğreniyoruz. Dikkat buyrulsun, Orta ve Doğu Anadolu’dan bahsetmiyoruz, nispeten müreffeh bir bölgede, İZMİR’İN KÖYLERİNDE 1930’LARDA İNSANLAR OT YİYORDU ve bu haberler, CHP’nin bütün baskılarına rağmen basına taşabiliyordu.<br />Fethi Okyar’ın uyarıları devam ediyordu. Mesela Adana’nın eski ve yeni belediye başkan ve üyelerinin “yiyicilikten suçlu oldukları halde” ve Danıştay da suçlarını kabul ettiği halde CHP tarafından neden korunduğunu ve mahkemeye sevk edilmediklerini soruyordu. Öte yandan Arif Oruç, “Yarın” gazetesinde İnönü ile bu işin yürümeyeceğini ve Atatürk’ün Cumhurbaşkanlığından istifa edip Başbakanlığa geçmesini, Fevzi Çakmak’ın Cumhurbaşkanı olması gerektiğini yazabiliyordu.<br />İşte 23 Aralık 1930’daki Menemen olayı, CHP’nin bu sıkışık konumunda, ona bir nefes alma imkânı sağladığı gibi, ülkede yavaş yavaş serbestleşen tartışma ortamını boğmak için de eline altın bir fırsatı tepsiyle sunmuş oluyordu. Nitekim Menemen olayının ardından yapılan tutuklamalar ve sindirme siyasetiyle, yine İnönü’nün baskısıyla kapanmış ama yine de kökü temizlenmemiş olan Serbest Fırka’nın bütün tortularının kazındığına ve CHP’nin kendisine çekidüzen verdiğine şahit olacağızdır.<br />Ama nasıl bir çekidüzen?<br />CHP’nin halktan koptuğunun ayan beyan ortaya çıktığını görünce Atatürk 17 Kasım 1930-2 Mart 1931 tarihlerinde iki büyük yurt gezisi düzenleyecek ve böylece halkın nabzını tutmak ihtiyacını hissedecekti. İşte Menemen olayı tam da bu gezinin ilk kısmındayken patlak vermişti.<br />Gezi notlarında Atatürk’ün bazı “itirafları” dikkat çekicidir. Mesela halkın şikayetlerinden söz etmektedir. Beraberce okuyalım:<br />“Bu seyahattaki temaslar bize halk şikayetlerinden devlet işlerinin nasıl yürüdüğünü anlamak faydasının çıkarılabileceğini gösterdi. ŞİKAYETLER... BÜYÜK HALK TABAKALARININ HANGİ IZDIRAPLARLA MAHMUL OLDUĞUNU GÖSTERİYOR.”<br />Şaşırtıcı görünüyor, değil mi? Atatürk, halkın şikayetlerini dinliyor ve ızdırap içinde kıvrandığını tespit ediyor. Bu metin ise 6 Ocak 1931’de, yani Menemen olayından 14 gün sonra biten gezisinin ilk kısmının sonunda yazılıyor. Ama tabii daha şaşırtıcı olan nokta, gezisi sırasında sık sık Atatürk’ün önüne çıkıp bağıran köylülerin varlığıdır. Alpullu İstasyonu’nda köylünün ihmal edildiğini, gırtlağına kadar borca battığını, parasızlıktan hayvanlarını sattığını bağıranı mı istersiniz, yoksa Edirne’nin bir köyünde hayvanlarının suya gidecek yolunun bulunmadığını söyleyeni mi?<br />İşte bence Menemen’in gerçek sebebini komploda veya irticada değil, burada, yani halkın içerisine düştüğü memnuniyetsizlik ve ilgisizlikte aramak lazım. İnönü’nün Meclis konuşmasında Kubilay’ın öldürülmesine Menemen halkının seyirci kalmasına, hatta alkış tutmasına inanamayışı, onun halktan kopuşunun en çarpıcı itirafını oluşturmaktadır. Eğer o da Atatürk gibi Anadolu halkının dünyasına eğilmek lütfunu gösterseydi, karşılaşacağı manzaranın çok daha feci olacağını, Gazi’ye bu kadarını söyleyenlerin, onun yüzüne kimbilir hangi acı hakikatleri haykıracağını bilmek için kâhin olmaya gerek yok.<br />Ancak Meclis’te İsmet Paşa’ya cevap vermek için kürsüye gelen Serbest Fırka’nın kurucularından Ağaoğlu Ahmet Bey’in sert tespiti bile uyandırmaya yetmemiştir CHP’yi. 1935’e giden yolda partiyi devletle bütünleştirmek için CHP Genel Sekreteri Recep Peker tarafından faşistçe bir program hazırlanmış ve Meclis’in devre dışı bırakılması öngörülmüştür. Hasan Rıza Soyak’ın aktardığına göre bu girişim karşısında Atatürk, kendisinin de tasfiye edilmek istendiğini fark ederek “bu tam bir faşizm” diye isyan edecekti. Ancak 1935’ten sonra zaten Atatürk, ahtapotlaşan CHP örgütüyle başa çıkacak kudretten yoksun durumdadır. İşte Menemen, şu bu değil, bu ahtapotu harekete geçiren olaydır. m.armagan@zaman.com.tr<br />Sayı:<br />4<br />Bölüm:<br />Aktüel<div class="blogger-post-footer">bu sayfadaki bilgiler, bilinmeyenler, duyulmayanlardir.</div>mimhttp://www.blogger.com/profile/07215388154701650816noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-13244810.post-66688653748816609952007-02-05T23:11:00.001+02:002007-02-05T23:11:59.568+02:00Osmanlı tarihinin en karanlık idamları<a style="COLOR: #ff0000" href="mailto:m.armagan@zaman.com.tr">MUSTAFA ARMAĞAN</a><br /><br />Saddam Hüseyin’in idam görüntüleri, hafızamızda 11 Eylül görüntülerinin yanındaki mutena yerini alırken, dikkatlerimizi de idam olayına çevirmiş oldu. Tevafuk bu ya, bir okurum da Osmanlı’da idamları sormuş. Dolayısıyla bu hafta Osmanlı tarihinin en karanlık; ama aynı oranda da en dramatik idam sayfalarından birini açacağım önünüze.<br />“Tarih, çizilecek bir tablo değil, çözülecek bir problemdir.” demiştir Buckle adlı İngiliz tarihçisi. Ne kadar isabetli bir söz olduğunu bu köşeyi bitirdiğinizde bir kere daha anlayacaksınız. Bazen tek taraflı okumak, insanı ana meselenin uzağına nasıl savuruyor. Bu yüzden sadece Osmanlı tarihçilerini okuyarak Osmanlı tarihini hakkıyla kavrayamayacağımızı da göreceğiz.<br />Şimdi bazılarınız bana kızdınız, biliyorum; ama işin hakikati tek taraflı ortaya çıkmaz ki. Başka gözler, başka bakış noktaları, “kale arkası kamera” vs. hepsi seferber edilmelidir tarihi araştırırken. Nasıl topun çizgiyi geçip geçmediğini merak ettiğimizde sıfır noktasındaki kameraya uzatıyorsak bakışlarımızı, tarihteki bir olayın çizgiyi geçip geçmediğini öğrenmek için de en yakındakiler kadar en uzaktakiler de göreve çağrılmalıdır. Bu yüzden bir tarih metodu dersi gibidir Cidde olayları.<br />Tarih: 15 Temmuz 1858 Cuma. Yer: Şimdiki Suudi Arabistan’ın Cidde Limanı. Anlatan: Ord. Prof. Enver Ziya Karal. Kaynak: Türk Tarih Kurumu Yayınları’ndan çıkan “Osmanlı Tarihi”nin Islahat Fermanı cildi. (s. 32-33)<br />Bölgede Osmanlı Devleti’nin hükümranlığının devam ettiği yıllar. Büyük bir halk kalabalığı birtakım fesatçılara katılarak Hıristiyanların üzerine yürümüş ve mahiyeti “dinî” olan bir kavga başlamıştır. Fransız Konsolosu ile İngiliz Viskonsolosu, Cidde’de bulunan kendi tebalarını korumak isterken öldürülmüşler, emniyet güçleri de olayları bastırmakta yetersiz kalmıştır. Tabii İngiltere ve Fransa işbirliği yaparak harekete geçmiş, savaş gemilerini yollayıp Cidde Limanı’nı bombardıman ettirmişler, daha sonra askerleri şehre çıkıp olayın elebaşılarını yakalayıp 10’unu idam etmişlerdir.<br />Karal’a göre Cidde olayları “mutaassıp bir halk güruhunun eseri”ydi ve bu bakımdan “teessüfe şayan”dı. Ancak İngiltere ve Fransa’nın da şehri bombalaması ve adaleti yerine getirmek için adam asmaları tasvip edilir gibi değildi. Bu ecnebi müdahalesi Müslüman halk ve özellikle Dürziler arasında önceden kestirilemeyen bir heyecan yaratmış ve hemen arkasından Dürzilerin Marunilere saldırmalarıyla Suriye’de bir intikam isyanına sebebiyet vermiştir.<br />Olayı burada kesen Ordinaryüs Profesörümüzün meseleyi “din” ve “taassup” temelinde ele alışı sizin de dikkatinizden kaçmamıştır. Bu fazlasıyla taraflı anlatımın asıl ihmal ettiği nokta ise olayın uluslararası bağlantısıydı. Meseleyi ‘bir mutaassıp dindar güruh’a havale ederek işin içinden sıyrılmaya kalkınca bunu Menemen gibi iç olaylarda yutturabilirsiniz belki; ama Cidde olayları gibi yabancıların da işin içinde bulunduğu olaylarda dış gözlerin takibinden kurtulamazsınız.<br />Burada bir parantez açarak alim tarihçimiz Cevdet Paşa ne demiş diye bakınca yine mat bir yüzeyle karşılaşıyoruz. Gerek “Ma’ruzât”ında, gerekse “Tezâkir”inde olayı gayet yüzeysel olarak geçen Paşamız, onu “gâile” olarak adlandırmıştır. Karal’dan tek farkı, çıkış sebebini “bir gemiye İngiliz ya İslam sancağı çekilme”si olarak tespit etmiş olmasıdır. Bir de İngiliz konsolusunun “pek fena bir adam” olduğu notu dikkat çeker. O kadar.<br />Peki hakikaten bundan mı ibarettir “Cidde gailesi”? Bu soruyu sorunca farklı kaynaklardaki malumatı önünüze dökmek vacip oluyor fakir için. Artık yerimiz ne kadarına müsaade ederse...<br />Önce yıla dikkat edelim: 1859. Bu, Islahat Fermanı’nın üzerinden 3 yıl geçtiğini gösterir. Aynı yıl Paris Kongresi’nde Türkiye “Avrupa Konseri”ne, yani uyumuna dahil edilmiştir. (Yani biz AB’ye 150 yıl önce girmiştik aslında. Tabii sözde!) Dolayısıyla fermandan destek bulan Avrupalı tüccarlar Cidde Limanı’nda üslenmişler, hatta İngiliz buharlı gemileri İslam âleminden Müslümanları deniz yoluyla hacca götürüp getirmeye bile başlamıştır. Bu yeni gelişmenin Kızıldeniz civarında yüzyıllardır iş yapan başta Hadramevtli gemiciler olmak üzere bölge sakinlerinin geçim kaynaklarını baltalayacağını kestirmek için kâhin olmaya gerek yok. Yani 1859’da Cidde, İngiliz ve Fransız tüccarlarının cirit attıkları, büyük ticarethaneler açtıkları canlı bir liman şehridir.<br />Islahat Fermanı ile “eşitlik artı ayrıcalık” gibi eşine az rastlanır bir avantaj elde eden yabancı tüccarın palazlanacağı yeni bir döneme girilmiş oluyordu. İşte Cidde’de ilki 1857’de çıkan Hıristiyanlara karşı silahlı saldırıların bir sebebi buydu.<br />Ancak asıl sebep, bir yıl önce kanlı bir şekilde bastırılan Hint isyanıydı. 1857’de İngiliz idaresine karşı başlatılan ve Müslümanların başını çektiği büyük isyan, bir yıl kadar sürmüş ve kanlı bir şekilde bastırılmış, geniş çaplı idamlar ve sürgünlerle sonuçlanmıştır. Bu, modern tarihte İslam âleminde emperyalistlere karşı başlatılan Cihad’ın ilk adımı olmuş, adeta bir kırılma noktası meydana getirmişti. İngilizler Hindistan’ı toptan Hıristiyanlaştırmaya karar vermişler, bu da özellikle Müslümanları harekete geçirmişti. İsyan sonunda binlerce Hintli öldürülmüş ve asılmış, diğer suçlular ise kitleler halinde sürgüne gönderilmişti.<br />Nereye mi? Yemen’e, Mısır’a, İstanbul’a, Cidde’ye, Mekke ve Medine’ye... Nitekim 1860’larda Cidde’deki İngiliz konsolosu, Arabistan’da 10 bin Hintli Müslüman’ın varlığından söz etmektedir. Bu on binlerce insanın içlerindeki İngiliz düşmanlığını gittikleri yerlere taşımalarından ve etraflarına aşılamalarından daha doğal bir şey olamazdı. Zaten Cidde olayı da İngiliz konsolosunun bir Müslüman kızına sarkıntılık etmek istemesinden çıkmıştı. Burasına kadar gelen halk, Hintli asilerin de tahrikiyle olayları başlatmıştı.<br />İşte Cidde’de baş gösteren ecnebi düşmanlığının kökleri, bir yıl önce kanlı bir şekilde bastırılan Hint isyanına dayanıyordu.<br />Peki Osmanlı ne yaptı bütün bu olanlar karşısında? Elmecbur, suçluları yakalattı ve kendi eliyle idam ettirdi. Takvimler, 12 Ocak 1859’u gösteriyordu. Osmanlı tarihinin en karanlık idam seanslarından biri Cidde’de gerçekleşiyor, beri yanda tarihlerimizin gözlerinden uyku akıyordu. m.armagan@zaman.com.tr<br />Sayı:<br />6<br />Bölüm:<br />Aktüel<div class="blogger-post-footer">bu sayfadaki bilgiler, bilinmeyenler, duyulmayanlardir.</div>mimhttp://www.blogger.com/profile/07215388154701650816noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-13244810.post-31162740552092494762007-02-05T23:09:00.000+02:002007-02-05T23:10:16.273+02:00Yakın tarihimizdeki kara deliklerYakın tarihimizdeki kara delikler<br /><br />Tehdit edenler bile var. Küfür derseniz gırla gidiyor. Öfkesini yenemeyip aklına geleni sayanlar mı dersiniz, iyiliğimi düşünüp ‘Bu işlere bulaşmasanız’ tavsiyesini su gibi gözüme akıtanlar mı? Kimmişim? Ne yapmak istiyormuşum?<br />Son zamanlarda bu tip mesajlar artmaya başladı. Normal. Çünkü biraz cesaret gerektiren konulara hep yapıldığı gibi kulaktan dolma bilgilerle değil, belgelerle giriyorum. Bu da bazı “iyi saatte olsunlar”ın canını sıkıyor doğal olarak. Olabilir...<br />Yürüyüşümü yıllar önce şöyle formüle etmiştim: Tarihle birlikte düşünmek. Bu uzun yürüyüş sırasında rastladığım ipuçlarını çözüyorum okurlarımla. Düşünmeye çalışıyoruz. Ama boş boş, Nasreddin Hoca’nın Hindisi gibi düşünmeye değil, buna “spekülasyon” diyoruz. Bilgiler ve belgeler üzerinde düşünmek. Asıl zor ve makbul olan düşünme de bu değil midir?<br />Kararım: Tarihle birlikte düşünmeye devam. Gelmek istemeyenler memleketlerine dönebilir.<br />Geleceklere sözüm: Yürüyelim arkadaşlar...<br />Bugün her biri üzerinde ayrı ayrı yazılar yazılabilecek bazı konu başlıklarını paylaşacağım sizinle. Kızıp köpürenler olabilir, sevinçten el çırpanlar olabilir. Beni ilgilendirmiyor. Beni öğrenmenin heyecanını duyanlar ilgilendiriyor. Gözlerinde kıvılcımlar çakanlar...<br />Belki hepsi üzerine yazmak nasip olmayabilir diye maddeler halinde bir toparlama yapmak istiyorum.<br />1. SEVR ANTLAŞMASI VAHDETTİN TARAFINDAN İMZALANDI MI?<br />Hayır, imzalanmadı. Neden?<br />Çünkü o sırada Osmanlı Meclisi kapatılmıştı. Önce Meclis-i Mebusan’ın antlaşmayı görüşüp kabul etmesi, sonra da imzalamak üzere Vahdettin’e göndermesi gerekiyordu. Tabii Meclis kapalı olduğu için görüşülemedi, dolayısıyla Vahdettin’in masasına bile gitmedi Sevr Antlaşması. Ama kime sorsanız, “Hain Vahdettin Sevr’i imzalamamış mıydı?” derler.<br />Nitekim Meclis-i Mebusan kendi kendisini 11 Nisan 1920’de feshetmiş, Sevr Antlaşması ise bundan 4 ay sonra, yani 10 Ağustos’ta imzalanmıştı ama Meclis’in ve Sultan’ın imzalaması şartı vardı. Böylece Sevr, hukuken geçerlilik kazanmamış bir antlaşma olarak kalmış, zaten bunun gerçekçi ve uygulanabilir bir antlaşma olmadığına kendileri de ikna olan İtilaf Devletleri, Birinci İnönü Savaşı’ndan kısa bir süre sonra, 21 Şubat 1921’de Sevr’in bazı maddelerinin hafifletilmesi ve böylece kabul ettirilmesi için Londra Konferansı’nı organize etmişlerdi.<br />2. İTALYANLARA KARŞI SAVAŞTIK MI? 1920 yılının Haziran ayında Konya’ya kadar topraklarımızı işgal etmiş bulunan İtalya bizim safımıza geçti ve Antalya’dan kendiliğinden çekti askerlerini. Ve Karakol örgütünün Milli Mücadele’ye İstanbul’dan silah kaçırma işlerinin bir kısmı, İtalyan gemileri eliyle yapıldı. Rusların yardımı yazılır da, İtalyanların yardımı nedense es geçilir.<br />3. İLK TBMM’NİN KARARLARI HUKUKEN GEÇERLİ MİYDİ?<br />Kestirme cevabı şu: Hukuken şüpheli ama siyaseten geçerlidir. Neden hukuken şüpheli? Çünkü o sırada geçerli olan tek anayasa vardır, o da Kanun-i Esasi’dir ve zaten TBMM varlığını Osmanlı Meclis-i Mebusan’ının devamı, hatta kendisi olarak tanımlamaktadır. 19 Mart 1920 tarihli seçim tebliğine göre her livâdan (sancak ya da il ile ilçe arasındaki bir Osmanlı yönetim biriminden) 5 milletvekili çıkarılması gerekiyordu. Toplam 66 liva mevcuttu ve çarptığınızda Meclis’te 330 milletvekilinin hazır bulunması gerekirdi. (Gerçi milletvekili sayısı konusunda çok farklı rakamlar var elimizde.) Ne var ki, 24 Nisan günü yapılan Meclis Başkanlığı seçiminde oy kullanan toplam milletvekili sayısının 120 olduğunu biliyoruz. Halbuki anayasanın hükmüne göre meclisin toplanabilmesi için milletvekili tam sayısının yarıdan bir fazlası, yani 166 milletvekilinin hazır bulunması gerekirdi. Yani ilk Meclis Başkanlığı seçimi, yeterli çoğunluk bulunmadan yapılmış lakin hukuken olmasa bile siyaseten geçerli kabul edilmişti.<br />4. MİSAK-I MİLLÎ ÇARPITILIYOR MU?<br />Mustafa Budak’ın muhteşem çalışması “İdealden Gerçeğe: Misâk-ı Millî’den Lozan’a Dış Politika” (Küre Yayınları) bu konudaki temel başvuru kitabımdır. Budak’a göre Misak-ı Millî’yi yalnız Mustafa Kemal tarafından hazırlanıp İstanbul Meclisine dayatılmış bir ısmarlama belge olarak göstermek doğru değildir. İstanbul’daki vatanseverlerin eli armut toplamamış, onlar da kendi Misak-ı Millî programlarını oluşturmuşlardı. 1920’nin 28 Ocak’ında İstanbul’da kabul edilen Misak-ı Millî’nin kapsama alanı, Mustafa Kemal’inkinden daha genişti.<br />Mustafa Kemal’in İstanbul’a gönderdiği 19 ve 21 Ocak tarihli Misak-ı Millî taslaklarında Mondros Mütarekesi “hattı dahilinde” bulunan Osmanlı-İslam çoğunluğun bölünmesine karşı çıkılırken, Meclis-i Mebusan’ın yaptığı değişiklikle kabul edilen halinde “mezkûr hatt-ı mütareke dahil ve haricinde” denilmekteydi. Bunun anlamı, Mondros Mütarekesi’ni birisinin mutlak sınır, öbürünün tartışmalı sınır olarak kabul etmesiydi. Yani Osmanlı Meclisi, bir Osmanlı tavrı ve sorumluluğuyla Osmanlı topraklarının işgal edildiğini, bunun bir oldubitti olduğunu ve Mütareke hattı dışında kalan Osmanlı-İslam çoğunluğun haklarını ve topraklarını da savunduğunu göstermiş oluyordu.<br />İşin ilginç olan yanı, TBMM de bu geniş Misak-ı Millî’yi aynen kabul etti, yani mütareke sınırları dahil ve haricinde, şeklinde. Fakat gelin görün ki, sonradan gizli bir el, kitaplardan bu hayatî önemi haiz “haricinde” (dışında) kelimesini tıraşlamaya başladı. Elinizdeki okul kitaplarına bakabilirsiniz bunun için. Yine de meraklıları için bir örnek vereyim. Mesela Enver Ziya Karal’ın liseler için hazırladığı “Türkiye Cumhuriyeti Tarihi (1918-1953)” adlı kitapta (İstanbul 1958, Maarif Basımevi, s. 52) Misak-ı Millî’nin ilk maddesindeki “dışında” kelimesi temizlenmiş ve metin “bu mütareke hududu içinde” şekline çevrilmiştir. Neden acaba?<br />Türkiye Cumhuriyeti tarihi yazma iddiasıyla meydana çıkan koca bir Ordinaryüs Profesörün kaleme aldığı kitapta bu çarpıtma yapılıyorsa, varın gerisini siz düşünün.<br />Tarihimiz kimlerin eline kalmış ey ehl-i vatan! Tarihin Kuva-yı Milliyecileri, nerdesiniz? m.armagan@zaman.com.tr<br />Sayı:<br />7<br />Bölüm:<br />Aktüel<div class="blogger-post-footer">bu sayfadaki bilgiler, bilinmeyenler, duyulmayanlardir.</div>mimhttp://www.blogger.com/profile/07215388154701650816noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-13244810.post-28337879388457858402007-02-05T23:02:00.001+02:002007-02-05T23:02:53.335+02:00Atatürk, Vahdettin’i savunuyor!<br /><a style="COLOR: #ff0000" href="mailto:m.armagan@zaman.com.tr">MUSTAFA ARMAĞAN</a>Birkaç haftadır üzerinde türlü spekülasyonlar yürütülen son saltanat mührü, bir son dakika sürprizi olmazsa bugün itibarıyla saraya geri dönmüş olacak. Bu olay bana ‘Osmanlı’nın evine dönüşü’nü hatırlattı.<br />Evdekiler onu unutmuş görünseler de, Türkiye’nin dış mahfillerde hakaret gördüğü her seferinde içlerinde ‘büyük’ ve ‘güçlü’ bir devlet özlemi yanıp tutuşuyor ve alevli bir ok gibi hafızalarına yürüyen şeyin Osmanlı şevketi olduğunu hatırlıyorlar. Bu, Freud’un sözünü ettiği “yara izi”dir işte. Yarayı unutsak bile yaranın izi kalmıştır derimizin üzerinde. O ize baktığımızda yarayı da, yaralayanı da, yaralı bünyeyi de düşünmeye mahkûmuz.<br />Cumhuriyet’in kurucularının Osmanlı tarihine bakışlarında bu yara izi, kendisini her fırsatta ele verir. Osmanlı kötülenir; ama “altın çağ” müstesnadır. Sinan benzersizdir, Fatih, Yavuz, Kanuni büyüktür vs. Böylece seçmece ve kesmece satılan bir karpuz sergisine girmiş gibi oluruz. ‘Huz mâ safa, da mâ keder!’ Neşelendirecek olanı al, üzecek olanı bırak, kuralı geçerlidir burada. Tabii ister istemez ‘Bu bir tarih midir?’ sorusunu sorarız. Sormak zamanı gelmiştir daha doğrusu.<br />Kabul edelim ki, Cumhuriyet döneminde, “olan” değil, “olması arzulanan” bir tarih yazılmıştır daha çok. Tarih arzuya göre sıcak veya soğuk olarak servis edilmiştir. Nitekim inkılap tarihi alanının önde gelen otoritelerinden Ord. Prof. Dr. Enver Ziya Karal, 8 Kasım 1974’te TRT televizyonunda yaptığı konuşmada, çalışmalarının duygusal plânda kaldığını, haddizatında 1950’lere kadar Atatürk konusunda objektif olunamadığını itiraf etmiştir.<br />Atatürk’ün bazı konuşmalarında hemen bütün Osmanlı padişahlarını, ayrım gözetmeden eleştirdiğini, bazılarında ise yücelttiğini görmemizin bir sebebi bu duygusallıktır. Mesela 26 Şubat 1921’de Amerikalı gazeteci Clarence K. Streit’in sorusu üzerine şunları dile getirmişti:<br />“Milletimiz aleyhinde söylenenler bütünüyle iftiradır. Milletimizin zalim olduğu iddiası baştan başa yalandır. Hiçbir millet, milletimizden daha çok yabancı unsurların inanç ve âdetlerine riayet etmemiştir. Hatta denilebilir ki, başka dinlere mensup olanların dinine ve milliyetine riayetkâr olan yegâne millet, bizim milletimizdir. Fatih, İstanbul’da bulduğu dinî ve milli teşkilatı olduğu gibi bıraktı. Rum Patriği, Bulgar Eksarhı ve Ermeni Kategikosu gibi Hıristiyan din reisleri imtiyaza sahip oldu. Kendilerine her türlü serbestlik verildi. İstanbul’un fethinden beri, Müslüman olmayanların mazhar bulundukları bu geniş imtiyazlar, milletimizin dinen ve siyaseten dünyanın en büyük müsaadekâr ve civanmert bir milleti olduğunu ispat eden en büyük delilidir.”<br />Bu konuşmada “milletimiz” kelimesinin Fatih’i de kuşatan bir anlamda kullanıldığına ve 40 yaşındaki Gazi’nin, Türklerin zalim ve barbar bir millet olmadığını ispat için İstanbul’un fethine sarılışına dikkat buyurun. Gelgelelim tam 2 yıl sonra (17 Şubat 1923) İzmir İktisat Kongresi’ndeki Mustafa Kemal’in, tam da aynı sebeple Fatih’i eleştirdiğini görüyoruz. Nasıl mı oluyor? Buyurun beraber okuyalım söylediklerini:<br />“Osmanlı hakanları... Ele geçirdikleri ülkelerdeki, o dili, dini, geleneği, her şeyi birbirinden ayrı ulusları olduğu gibi korumaya kalkıştılar; onlara bütün bu özellikleri koruyabilmeleri için imtiyazlar (ayrıcalıklar) bağışladılar. Örneğin; Fatih zamanında Cenevizlilere ve patriklere verilen ayrıcalıklarla açılan yol, sonraları daha çok genişlemiş ve genişletilmişti. Üstelik, bu ayrıcalıklar, devletin en güçlü, en gösterişli günlerinde bağışlanıyordu. Bir zorunluluk değil, sadece bir “şahane” bağış olarak.”<br />Şimdi hangi Mustafa Kemal’e inanacağız? İki yıl önce Amerikalı gazeteciye Fatih’in Cenevizlilere ve Patrikhane’ye tanıdığı imtiyazları bir civanmertlik olarak gören ve bununla övünen Mustafa Kemal’e mi, yoksa tam da bu yüzden Fatih’i eleştiren Mustafa Kemal’e mi itibar edeceğiz? Nasıl oluyor da 2 yıl önce gurur kaynağı ve Türk milletinin uygar olduğunu kanıtlayan belgeler, bu defa milletin kaynaklarını tüketen ve ülkemizin ekonomik kökünü kurutan keyfî birer uygulama damgasını yiyebiliyordu?<br />Bence tarihçilerimiz bu kördüğümü çözmek zorunda. Kaçarak, görmezden gelerek bu işin içinden çıkamayız. Sorunla mertçe yüzleşmemiz gerekir. Ancak böylelikle 1922-1924 arasında gerçekleştiğini tespit ettiğimiz “büyük kırılma”nın, daha doğru bir deyişle yeni Türkiye’nin zihinlerinde ortaya çıkan “yırtılma”nın kökenine inebilir ve sorunu doğru teşhis edebiliriz. Bundan sonraki adım, tarihin rehabilite edilmesidir ki, oraya varmak için daha geçmemiz gereken çok aşama var.<br />Ben saltanat mührüyle yine gündemimize giren Sultan Vahdettin’in sırtına yapıştırılmış “hain” damgasının da bu büyük yırtılmanın bir sonucu olduğunu düşünüyorum. Burada sorulması gereken soru şudur: Mustafa Kemal Paşa’nın 24 Nisan 1920’de, yani 23 Nisan’ın hemen ertesi günü TBMM gizli oturumunda Vahdettin’i temize çıkarmak için söylediklerini nereye koyacağız? İleride devam etmek üzere şimdilik birkaç satırına bakmaya ne dersiniz? (Özetlenmiş ve sadeleştirilmiştir):<br />“Millet, Hilafet ve Saltanat makamının bağımsız ve tehlikeden uzak bulunmasını vicdanî bir emel saymıştır. Müslümanların Halifesi’nin bundan başka bir şey düşünmesi mümkün müdür? Ben şahsen hiçbir şey düşünmem. Hatta zât-ı şâhânenin ağzından işitsem bunun mutlaka zor ve baskı altında söylendiğine hükmederim.”<br />Neler oluyor yahu?<br />1920 Nisan’ında Vahdettin kendi ağzıyla, ‘Ben İngilizlerle çalışıyorum, kurtuluş murtuluş umrumda değil, işbirlikçinin tekiyim’ dese bile inanmam, bunun katiyen İngilizlerin silah zoruyla söylediğine hükmederim diyen ve sonradan ihanetinin belgeleri arasında sayılan fetvayı “sânia”, yani iftira ve hile olarak niteleyen Mustafa Kemal Paşa, 1 Kasım 1922’de “şuursuz ve idraksiz bir hain” olarak yaftalayacaktır onu.<br />Burada kapatayım; çünkü aklıma 1 Mart 1923’teki açık celse konuşmasında Misak-ı Millî’ye karşı çıkanları ‘hain’ ilan eden kişinin bundan sadece bir iki gün önce, 27 Şubat 1923’teki gizli celsede Misak-ı Millî’nin bir harita çizmediğine dair sözleri geliyor ki, dikkat! mayınlı araziye giriyoruz ikazını duyar gibi oluyorum. m.armagan@zaman.com.tr<br />Sayı:<br />3<br />Bölüm:<br />Aktüel<div class="blogger-post-footer">bu sayfadaki bilgiler, bilinmeyenler, duyulmayanlardir.</div>mimhttp://www.blogger.com/profile/07215388154701650816noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-13244810.post-6446333130859616462007-02-05T21:55:00.000+02:002007-02-05T22:34:02.875+02:00KERKÜK ve DERiN DEVLET<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiycymcLszOutIPVFR4KDCXwmaB-Gf53lmdbQOqxMs12anx3LUHvikTPPoC9Uf8w1qrqymUELSyA-96OVva6CHCQqhlsqvZYYCjl87PnRYeSZCC99NE1bzxZGMdwR1VASomyuZTuQ/s1600-h/atatürkün+kerkük+mektubu.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5028150900062848498" style="FLOAT: left; MARGIN: 0px 10px 10px 0px; CURSOR: hand" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiycymcLszOutIPVFR4KDCXwmaB-Gf53lmdbQOqxMs12anx3LUHvikTPPoC9Uf8w1qrqymUELSyA-96OVva6CHCQqhlsqvZYYCjl87PnRYeSZCC99NE1bzxZGMdwR1VASomyuZTuQ/s320/atat%C3%BCrk%C3%BCn+kerk%C3%BCk+mektubu.jpg" border="0" /></a><br /><div>Mustafa Kemal’den Kerkük’e son mesaj<br />03 Şubat 2007<br /><br />Mustafa Kemal’den Kerkük’e son mesaj<br /><br />* Mustafa Armağan<br /><br /><a href="mailto:m.armagan@zaman.com.tr">m.armagan@zaman.com.tr</a><br />27 Şubat 1923 tarihli TBMM gizli oturumunda Heyet-i Vekile Reisi, yani Başbakan Rauf [Orbay] Bey, kürsüde boncuk boncuk terler dökmektedir. Özellikle İzmit mebusu Sırrı, Bursa mebusu Operatör Emin, Bitlis mebusu Yusuf Ziya ve Erzurum mebusu Mustafa Durak beyler Musul’un İngiltere’ye bırakılması ve bir sene içinde İngilizlerle bir hal yolu bulunmazsa Cemiyet-i Akvam’a, bugünkü Birleşmiş Milletler’e havale edilmesini Misak-ı Milli’ye aykırı bularak şiddetle eleştirmektedirler. Rauf Bey, kendisi taraftar olmasa da, bir şekilde İsmet Paşa’nın oldu bittisini meclise karşı savunmak zorunda kalmıştır ve asıl bedbahtlığı da burada yatmaktadır: Fikirlerine aykırı da olsa TBMM Hükümeti’nin kararlarını savunacaktır.<br /><br />O arada salondan Yusuf Ziya Bey’in hiddetli sesi duyulur: “Bir kelimeyle cevap istiyorum: Musul Misak-ı Millî dahilinde mi, değil mi?” Hamidiye Kahramanı Rauf Bey’in cevabı tek kelimeliktir: “Dahilindedir.”<br />Bu soru işareti, biraz sonra kürsüye çıkacak olan Gazi Mustafa Kemal’in, Misak-ı Milli’de harita ve dolayısıyla sınır olmadığını söylemesiyle tekrar tutuşacaktır. Zira Gazi’ye göre Misak-ı Milli yanlış anlaşılmıştır. O “milletin menfaati” ve Meclis’in “isabet-i nazarı”ndan ibarettir. Dolayısıyla sabit değil, esnek bir kavramdır. Yerine ve zamanına göre yeniden şekillenebilir.<br /><br /><br />Nitekim kendisi, bu esnek Misak-ı Milli politikasının en çarpıcı örneğini Hatay’da verecek, Hatay, ısrarlı takipleri sonucunda bağımsızlığına kavuşunca insanların aklına, acaba devamı gelecek mi sorusunu düşürecektir. Gerçekten de Atatürk, Misak-ı Milli stratejisinin 1923’de başaramadığını müteakip yıllarda atacağı adımlarla başarmayı planlıyor muydu ve 1932’de Yunus Nadi’nin Cumhuriyet’teki bir yazısında belirttiği gibi, Misak-ı Milli’nin gizli ajandasında Osmanlı’dan ayrılan Müslüman devletlerin bağımsızlıklarına kavuşması yazılı mıydı? Sanırım bu sorular Kuzey Irak’taki gelişmeler gündemimizde kaldıkça durmaksızın sorulacaktır.<br /><br /><br />Aşağıda yayınlayacağım Mustafa Kemal’in mektubu, Misak-ı Millici bakışın 1925’in sonlarında bile bölgeye ilgisini kaybetmediğini ve kayıpların kalıcı olarak görülmediğini göstermektedir.<br /><br />İşte o mektup </div><br /><div><br /><br />Aslında Mustafa Kemal’i daha 1 Mayıs 1920’de, yani TBMM’nin açılışının üzerinden henüz bir hafta geçmişken Meclis kürsüsünden milli sınırımızın İskenderun’un güneyinden doğuya doğru uzanarak Musul’u, Süleymaniye’yi ve Kerkük’ü içine aldığını söylerken görürüz. Nitekim Doğudaki aşiretlerle ilişkilerini iyi tutmaya ve İngilizlerin oyunlarını boşa çıkarmaya çalışmak, bu politikasının bir uzantısıydı. 1 Şubat 1922’ye gelindiğinde Milli Savunma Bakanlığı’na “Misak-ı Milli sınırları içinde bulunan Musul vilayetinin kurtarılması için Ravenduz bölgesine bir kısım kuvvet gönderilmesi” talimatını verecek, Bakanlık da Binbaşı Özdemir Paşa’yı görevlendirecekti.<br /><br />Özdemir Paşa operasyonunun İngilizleri şaşkınlığa düşürdüğünü biliyoruz. Bir Türk-Kürt ortak operasyonu olan bu harekât Musul’a varmış, hatta Irak içlerine sarkmaya bile başlamıştır. Aynı günlerde Anadolu’da Yunan kuvvetlerinin İzmir’den “denize dökülmesi”, ayrı bir moral kaynağı olmuştur Özdemir Paşa ve ekibi için.<br /><br />7 Eylül 1922’de Mareşal Fevzi Çakmak, “Musul’un silahla alınacağı” yolunda bir telgraf çekiyordu Doğu ve El-Cezire komutanlıklarına. Ancak şartlar, kuvvet ve silahlarımızın Batı Cephesine kaydırılmasını gerektirmiş ve Musul’u alma operasyonu gerçekleşememiş, belki de altın bir fırsat kaçırılmıştır.<br /><br />Ardından Lozan süreci gelmiş ve İsmet Paşa’nın elimizdeki en kuvvetli kart olan Musul meselesini, Mim Kemal Öke’nin “bilerek ya da bilmeyerek (veya bizim anlam veremediğimiz bir sebepten dolayı)” otel odalarında ve İngiltere’yle ikili olarak görüşmeye açması, asla genel kurula getirmemesi, Musul meselesinde bir kırılma noktası teşkil etmişti. İşte bundan sonra yukarıda bir kısmına değindiğimiz Meclis’in direnişini göreceğiz. Ancak bu direniş de işe yaramayacak ve İsmet Paşa, Musul’u İngiltere’ye bırakarak dönecektir Ankara’ya.<br /><br />30 Ocak 1923 günü Mecliste “Musul vilayeti, Türkiye Devleti’nin milli sınırları dahilindedir” diyen Mustafa Kemal Paşa, bundan 28 gün sonra Musul’u “gayet kolaylıkla alabiliriz” demiştir aynı kürsüden. “Fakat” diye eklemiştir ardından, “Musul’u aldıktan sonra savaşın biteceğinden emin değiliz.” Yani Musul’u almak değil, korumak önemlidir. Alırız almasına ama bedelini ödemeye de hazır olmalıyız.<br /><br />Zaten İngilizler de karşı harekâta girişmiş ve 8 Nisan’da iki kol halinde sınırlarımıza doğru yürümeye başlamıştır. Bölgede daha fazla kalamayacağını anlayan Özdemir Paşa da arkası kapatıldığı için İran’a geçerek teslim olacak ve Van’dan yeniden Türkiye’ye girecektir. (Bu harekâtın devamına, bu defa 1924 Ağustos’unda İstiklal Savaşı komutanlarından Cafer Tayyar [Eğilmez] Paşa niyetlenecek ancak bu, sadece bir niyet olarak kalacaktır.)<br /><br />Lozan’da İngiltere’yle bir yıl içinde halledeceğimizi belirttiğimiz Musul meselesi sürüncemede kalmaya devam edince Cemiyet-i Akvam’a intikal etmiş, onlar da bir heyet göndererek yerinde incelemeler yaptırmıştır. Bu arada bölgede halk oylaması isteğimiz de insanların “ilkel” olduğu gerekçesiyle Batılılarca reddedilir. (Yani o zamanlar biz plebisit yapmak istiyorduk, İngilizler karşı çıkıyordu. Şimdi ise biz karşı çıkıyoruz, onlar istiyor.)<br /><br />Ardından Şeyh Said İsyanı (13 Şubat 1925) patlak verecek ve bastırılsa da, sonuçları Musul’un durumunu doğrudan etkileyecektir. Musul’daki en büyük kozumuz olan Kürtlerin Türkiye’ye katılmak istedikleri tezi, içerideki Kürtlere yönelik bastırma harekâtı ve 1924 Anayasası’nda Kürtçenin yasaklanmasıyla zayıflayacak, dolayısıyla isyan, sonuçta İngilizlerin ekmeğine yağ sürecektir.<br /><br />Nihayet 23 Temmuz 1925’de Türkiye Cemiyet-i Akvam’a başvurarak Musul’da Arapların aleyhimizdeki faaliyetlerine engel olunmasını istemişse de komisyon bu konuda yetkisiz olduğunu ileri sürmüştür. Bu, adeta son hamledir. Musul üzerindeki projemiz bu tarihten itibaren gözle görülür biçimde sönmeye başlamış, nihayet 7 Haziran 1926’da Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ın imzasıyla Musul üzerindeki bütün haklarımızdan, 25 yıl boyunca petrol kârlarından yüzde 10 pay ödenmesi karşılığında vazgeçecektik.<br /><br />İşte Mustafa Kemal’in aşağıdaki mektubu, 23 Temmuz son hamlesinden bir hafta sonraya rastlar. Türkiye’nin Musul’a veda ederkenki hüzünlü ama yine de ümitvar bakışını yansıtan bu mektupta Misak-ı Milli terimi geçmemekle birlikte Musul ahalisinin ülkemizin ayrılmaz bir parçası olduğu, bir gün kurtulacaklarına olan ümidini koruduğu, mücadeleyi bırakmamaları ifade edilmekte ve kurtuluşun yakın olduğu vurgulanmaktadır.<br /><br /><br />Musul’daki “din kardeşlerimiz”in kurtuluş güneşinin doğuşunu sabırla beklemelerini de hatırlatan bu ilginç mesajlar yüklü mektup, ilk olarak bundan 35 yıl önce Fethi Tevetoğlu tarafından yayınlanmıştır (Hayat Tarih Mecmuası, Sayı: 10, Kasım 1972, s. 6-7.) Hilafet kaldırıldıktan sonra bile Musul halkına “din kardeşlerimiz” diye hitap edilmiş olması bir başka ilginçliğidir mektubun. Şimdi Seyyid Muhammed Cebbârî ve akrabalarına yazılan ve aslının Kerkük’te Cebbarî ailesinde bulunduğu bildirilen bu mektubu beraberce okuyalım:<br /><br />Mücahidin-i muhterem sâdâttan Seyyid Muhammed ve akrabalarına,<br /><br />Memleketin bir cüz’-i lâ-yenfekk’i [ayrılmaz parçası] olan Musul’un ahâlisinin karîben halâs bulacağına [yakında kurtulacaklarına] itikad ve itimad olunarak öteden beri devam eden mücahedâtınızda ber-karar olmanızı selamet ve saadet-i âtiyeniz namına hamiyet-i malumenize terk eylerim.<br /><br />Türkiye Cumhuriyeti’nin şefkatini ve Musul’un hükümetimize aidiyeti hasebiyle âti-i karîbden [yakın gelecekten] asla kat’-ı ümid etmeyerek [ümit kesmeyerek] zulümlere karşı yüksek bir cidal ile münevver [aydınlık] bir istikbal te’min olunması, din kardeşlerimizin huzur ve saadeti için kıymettardır. Halas günleri karîbdir. Şems-i istihlasın tuluuna [kurtuluş güneşinin doğmasına] sabûrane müterakkib bulunulmasını [sabırla beklenmesini] hatırlatır, Cenâb-ı Vâcibü’l-Vücud’dan cümleye muvaffakiyetler temenni eylerim.<br />1 Ağustos 1341 (1925)<br />Sabırla ve ümitle bekleyin, diyor. Neyi? Haziran 1926’da attığımız ve Musul’u İngilizlere teslim ettiğimiz imzayı mı?<br />Nokta<br />* Martin van Bruinessen, Ağa, Şeyh, Devlet, Çeviren: Banu Yalkut, 3. baskı, İstanbul 2004, İletişim Yayınları, s. 402 vd<br />* Mim Kemal Öke, Kerkük-Musul Dosyası, İstanbul 1991, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları.<br />* Fethi Tevetoğlu, “Atatürk’ün Musul, Süleymaniye ve Kerkük’le ilgili bir mektubu”, Hayat Tarih Mecmuası, Sayı: 10, Kasım 1972, s. 6-7<br />(Haber7)<br />Mustafa Armağan her çarşamba günü saat 22.00’de Radyo 7’de yayınlanan Mavi Ada programında okurlar ile buluşuyor…<br /><br />***<br />Mustafa Armağan'ın Zaman'daki son yazısını okumak için lütfen tıklayın: <a href="http://pazar.zaman.com.tr/?bl=5&hn=288">http://pazar.zaman.com.tr/?bl=5&hn=288</a></div><div class="blogger-post-footer">bu sayfadaki bilgiler, bilinmeyenler, duyulmayanlardir.</div>mimhttp://www.blogger.com/profile/07215388154701650816noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-13244810.post-5201161141643662272007-02-03T20:42:00.000+02:002007-02-03T20:45:08.083+02:00Derin Devlet - Jandarma - TerörG.Kurmay faturayı TGRT'ye kesti<br />Hrant Dink cinayeti ile ilgili Ogün Samast'ın askerlerle birlikte çekilen görüntülerini yayınlayan TGRT televizyonuna Genelkurmay'dan sert tepki geldi.<br />03 Şubat 2007 00:20<br />Yazı boyutunu büyütmek için<br />Genelkurmay Başkanlığı, ''TGRT'' televizyonunun akreditasyonunu iptal etti. Genelkurmay Başkanlığının basın duyurusunda, ''TGRT Televizyonu'nun Genelkurmay Başkanlığı nezdindeki akreditasyonu iptal edilmiştir'' denildi.<div class="blogger-post-footer">bu sayfadaki bilgiler, bilinmeyenler, duyulmayanlardir.</div>mimhttp://www.blogger.com/profile/07215388154701650816noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-13244810.post-43200039064532901272007-01-28T17:42:00.000+02:002007-01-28T17:44:26.172+02:00Derin devletin kücük adami: Veli KücükKilitlenen olaylarda Veli Küçük ismi<br />Veli Küçük'ün adı en çok Çatlı ve Yeşil'le bağlantılı olarak konuşuldu. Danıştay'ı basan Alparslan Arslan'la fotoğrafı çıktı. Küçük'le ilgili son iddia ise, Hrant Dink cinayetiyle ilgili...<br />28 Ocak 2007 16:05<br />Yazı boyutunu büyütmek için <br /><br />"Hrant Dink, 5-6 ay önce Veli Küçük tarafından birkaç kez telefonla tehdit edildiğini anlattı. O zaman biz çok üzerinde durmadık. Çünkü, yüzlerce tehdit alıyordu. Ama kendisi Veli Küçük'ün tehditlerinden, diğer tehditlere göre daha fazla tedirgin olduğunu söyledi."<br />Bu sözler, Hrant Dink'in avukatı Erdal Doğan'a, aşağıdakiler ise AGOS'un yazarlarından gazeteci Aydın Engin'e ait: "Şişli'de Hrant'la birlikte, üzerimize bozuk paraların atıldığı, tükürüldüğü, küfürler edilip, saldırının her çeşidinin yaşatıldığı yargılama sırasında, Küçük de Kemal Kerinçsiz ekibiyle birlikte mahkeme salonundaki yerini almıştı.<br />" Veli Küçük ve çevresinden gelen tehditlerin boyutunu, Hrant Dink'in kardeşi Orhan Dink de, son derece net cümlelerle şöyle anlatıyordu: "Ağabeyim, 'Küçük mahkemeye geldi ve huzurumuz kalmadı' dedi. Bu ülkenin demokrasi tarihini bilen insanlarız. Küçük'ün ne demek olduğunu da biliriz, Kerinçsiz grubunun da. Ağabeyim, 'Adres gösteriliyorum' diyordu. En ciddiye aldığı grup da Küçük'ün grubuydu. Küçük'ten doğrudan e-mail ya da telefon yoluyla tehdit gelmiş değil. Kendini devlet sanan kişilerin bu tür hatalar yapacağını düşünmek mümkün değil. Şu net ki; iki grup üzerine yoğunlaşıyordu: Küçük ve Kerinçsiz. Kimin kimi organize ettiğini bilmemiz mümkün değil. Ama Küçük, ortaya çıktığında işin ciddiyetini anladık. Küçük'ten sonra kurşun gelebilirdi ve geldi." Emekli olduktan sonra 'kızıl elma' koalisyonunun gerçekleştirdiği eylemler ve Danıştay saldırısını tertipleyenlerle ilişkisi nedeniyle gündeme gelen Veli Küçük'ün adı, şimdi de Hrant Dink'i tehdit ettiği iddiasıyla anılıyor. Küçük, hakkındaki tüm iddialar gibi Dink'i tehdit ettiği yönündeki iddiaları da reddetti. İşte Veli Küçük'e, yıllar sonra, "Devlet emir verdi ben de yaptım. Ben vatanı için kendisini feda etmiş bir insanım. Uyduruk kayduruk iddialara yanıt vermem. Hayır, bir kere ben suçlu değilim ki savunma yapayım" dedirtecek eylemleri: Çatlı ile görüşme Veli Küçük'ün görevde olduğu sırada, devlet, mafya, siyaset üçgeninin kilit ismi ülkücü Abdullah Çatlı ile son telefon görüşmelerinden birini yaptığı savcılık incelemeleri sırasında belirlendi. Fakat Küçük, ne çağrıldığı TBMM Susurluk Komisyonu'na gitti, ne de hakkında adli bir soruşturma açılabildi. Ancak savcılığın yaptığı suç duyurusu üzerine iddiaları araştırmak üzere üç generalden oluşan bir komisyon kuruldu. Turhan Bedirhan, Cahit Balcı ve Yaşar Ilık'tan oluşan generaller heyeti araştırma sonucunda Veli Küçük ile ilgili bir suç unsuruna rastlamadı. Küçük araştırma heyetine verdiği ifadede, Abdullah Çatlı, Sami Hoştan ve Sedat Peker gibi isimlerle, 'istihbarat temini için' konuşmalar yaptığını söyledi. Oysa Küçük, daha sonra Sedat Peker tarafından kurulan 'öztürkler.com' adlı ırkçı internet sitesinin açılışına katılacak ve bu ilişkilerin 'istihbarat temininden' daha fazla olduğunu gösterecekti. Küçük, Peker'in verdiği davette, "Türk birliği mutlaka tecessüs edecektir. Asil Türk milletinin yolu Tanrı Dağları'ndan, Ergenekon'dan geçecek. Globalleşmeye ve Avrupa Birliği'ne karşı değiliz. Ancak onurluca girmek istiyoruz. Yalvarmayacağız" diyordu.<br />Veli Küçük'e Türkiye'nin mevcut sınırlarının yetmediği de biliniyor. Küçük, açık destek verdiği Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı tarafından düzenlenen bir toplantıda, "Benim Atatürk'ümün çizdiği Misak-ı Milli hudutları içerisinde Musul-Kerkük, Halep, Karaağaç, Dedeağaç var" diyordu. Küçük, bununla da kalmıyor, "Kürt Turan'dır. Kürt Türk ırkıdır" diyerek, Kürtlerin olmadığı görüşünü savunuyordu. Yeşil'in telefonu Kutlu Savaş'ın hazırladığı Susurluk Raporu'nda Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım'a ait olduğu belirlenen 0542 214 50 21 numaralı cep telefonunun, o günlerde Giresun Jandarma Bölge Komutanı olan Tuğgeneral Veli Küçük adına kayıtlı olduğu tespit edildiği yazıldı. JİTEM kurucusu olarak bilinen Veli Küçük ile JİTEM tetikçisi Yeşil arasında ilişki bulunması yadırgatıcı bir durum değildi. Ayrıca söz konusu telefonun Abdullah Çatlı'nın yanı sıra Susurluk skandalındaki pek çok isim tarafından arandığı da ortaya çıkmıştı. Bu telefon ilişkisi, Veli Küçük'ün Çatlı dışında diğer Susurlukçular ve özellikle Yeşil ile bağlantısını kesinleştiriyordu. Küçük Kocaeli İl Jandarma Alay Komutanı olduğu sırada bu bölgede kullanıldığı tesbit edilen bu telefondan, öldürülen Ömer Lütfü Topal'ın kumarhanelerinin de defalarca arandığı belirlenmişti. Telefonun Kocaeli'nde kullanıldığı dönemde, 'Adapazarı-İzmit-Sapanca' üçgenindeki Kürt işadamlarına yönelik suikastlar meydana gelmişti. Küçük'ün görev yaptığı bu dönemde mafyacılarla sıkı ilişkilere girdiği, tetikçi Doğan Erşahin'in de jandarmanın elinden kaçırıldığı resmi raporlara yansıyan bilgiler arasında. İlginç olan bir diğer tesadüf ise, suikast kurbanı Hrant Dink'e geçen yıl Bursa'dan gönderilen tehdit mektubunun altında 'Ahmet Demir' imzasının bulunmasıydı. Ahmet Demir'in, Yeşil'in sahte adlarından biri olduğu biliniyor. JİTEM hep reddedildi Veli Küçük'ün, Güneydoğu'da çok sayıda faili meçhul cinayetin altında imzası olan JİTEM'in kurucusu olduğu iddia ediliyor. JİTEM, köy koruculuğu sistemini Güneydoğu'ya yerleştirirken, Veli Küçük'ün Giresun'a tayin edilmesi, Karadeniz'in koruculuk sistemiyle tanışmasında belirleyici oldu. JİTEM'in 'davadan dönenleri' affetmediğine ilişkin en çarpıcı örnek ise Cem Ersever'in öldürülmesiydi. Hizbullah adlı örgütün lideri Hüseyin Velioğlu ile de ilişkisi olan Ersever, emekli olduktan sonra basına açıklamalar yapmış, bunun üzerine de 4 Kasım 1993'te Ankara'da jandarma bölgesinde cesedi bulunmuştu. Ersever cinayetinin olağan şüphelisi ise Veli Küçük'ün yakın adamı olan Yeşil'den başkası değildi. Ermenistan'a karşı Veli Küçük'ün görevdeyken Azerbaycan'da Ermenistan'a karşı kontrgerilla örgütlenmesine gittiği iddiasının tanıkları da kısa bir süre önce ortaya çıktı. Azerbaycan'da Ebufeyz Elçibey döneminde kısa bir süre İçişleri Bakanlığı yapmış olan Siyavus Mustafa'nın yeğeni Turhan A., "Ben Veli Küçük'le, MHP'de yer alan Türklerle birlikte ilk kez dayım ile yaptıkları görüşmede karşılaşmıştım" dedi. Turhan A., Küçük'ün Azerbaycan'da bulunma sebebini açıklarken de, "O Ermenilere karşı Türkleri örgütlemek için geliyor ve Azerbaycan'dan bazı kişileri Türkiye'ye götürüyordu" diyecekti. Veli Küçük, Azerbaycan'a olan ilgisini emekli olduktan sonra da kesmedi. 2004'te Almanya'nın Köln kentinde, 2005'te de İsveç'in Stockholm kentinde yapılan Azeri toplantılarına katıldı. Küçük, daha sonra bu kongrelere katılış nedenini de "Ben Dünya Azerbaycanlılar Kongresi'nin Türk Dünyası Genel Sorumlusuyum" diye açıkladı.. Veli Küçük'ün 2000 yılında Giresun'a Topal Osman heykelini diktirme çabası da hayli ilginçti. Topal Osman Ağa, Ermeni tehcirinin namlı isimlerinden biri olduğu için Veli Küçük'ün ilgisini çekmişti. Kerinçsiz ile kol kola Veli Küçük, emekli olduktan sonra Hrant Dink'in 301'den yargılanmasının baş aktörlerinden olan Hukukçular Birliği Başkanı Kemal Kerinçsiz ile defalarca aynı karede yer aldı. Küçük, Bilgi Üniversitesi'nde düzenlenen Ermeni Konferansı'nda katılımcılara yumurta atanların da öncüsü olan Kerinçsiz'le birlikte 3 Nisan 2005'te de 'Türk Ordusu'na destek eylemi'ne katıldı. Asıl olarak Şemdinli soruşturmasına adı karışan dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ı desteklemek için düzenlenen eylemde, emekli paşalar, boz kalpaklı muharip gaziler ile birlikte yürümüştü. Kerinçsiz ve Küçük ikilisi, 9 Nisan 2005'te de Boğazlıyan Kaymakamı Kemal beye destek yürüyüşünde de yan yanaydı. Her iki eylemde de adı Danıştay baskınına karışan Muzaffer Tekin de vardı. Tekin'in Veli Küçük'ün elini öperken fotoğrafı gazetelerde yayımlandı. Danıştay tetikçisi ile yan yana Ama asıl bomba, Veli Küçük'ün Danıştay baskını tetikçisi Alparslan Arslan ile birlikte çektirdiği fotoğraftı. Bu fotoğraf Azadiya Welat adlı haftalık Kürtçe gazetenin 494. sayısında yayımlandığında henüz Alparslan Arslan'ın adı Danıştay cinayetine karışmamıştı. İsveç'in Stockholm kentinde Azerbaycan kongresinde çekilmiş olan bu fotoğraf, Veli Küçük tarafından "O günlerde bıyıksızdım, fotoğraf montaj" diye reddedilmeye çalışıldı. Fakat bu fotoğrafın yer aldığı, haftalık Azadiya Welat'ın 31 Mayıs-6 Haziran 2005 nüshası ile Ülkede Özgür Gündem gazetesinin 2 Ağustos 2005 tarihli nüshası arşivlerde duruyor. Kızıl Elma'nın mimarı Küçük'ün emekli olduktan sonra 'vatansever' kuvvetleri bir araya getirmeyi hedefleyen girişimlerde de oldukça etkili olduğu biliniyor. Küçük'ün 'Kızıl Elma' diye bilinen milliyetçi koalisyonun mimarı olduğu bilgisi Prof. Toktamış Ateş tarafından ortaya atılmıştı. Kızıl Elmacılar, aralarında Hrant Dink, Elif Şafak, Orhan Pamuk gibi aydınların yargılandığı 301 davalarında çeşitli provokasyonlara imza attıkları gibi, Ermeni konferansına yumurtalı saldırı düzenlemişler ve '6-7 Eylül Olayları Sergisi'ni basıp dağıtmışlardı. Öte yandan Küçük'ün 'Kızıl Elma Koalisyonu' çerçevesinde yakın ilişki sürdürdüğü Ülkü Ocakları Başkanı Levent Temiz'in Ermeni meselesinde mazisi hiç de temiz değildi. Levent Temiz 26 Şubat 2004'te bir grup ülkücüyü de yanına alarak, 'Atatürk'ün manevi kızı Sabiha Gökçen'in Ermeni akrabalarını' yazan Hrant Dink'in yönettiği AGOS gazetesinin önünde protesto eylemi yaptı. Temiz, eylem sırasında, "Hrant Dink, bundan sonra bütün öfkemizin ve nefretimizin hedefidir, hedefimizdir" diyerek açıkça tehdit savurdu. Bu tehditleri nedeniyle Levent Temiz hakkında dava açıldı. Küçük'ün 'milliyetçi' faaliyetlerinin MHP lideri Devlet Bahçeli'yi bile kızdırdığını, www.ulkucu.org adlı internet sitesinin yayın danışmanı olan Dr. Muhsin İdikut Kadıoğlu açıkladı. Kadıoğlu, Bahçeli'nin "İki emekli devlet görevlisi, milliyetçileri yönlendirmeye çalışıyor" dediğini aktardıktan sonra, bu kişilerin "Korkut Eken ve Veli Küçük" olduğunu söyledi. Hrant Dink'e tehdit JİTEM'den, Susurluk skandalına, Kerinçsiz ile eylem birliğine kadar her taşın altından çıkan Küçük'le ilgili son iddia, Dink suikastının ardından ortaya atıldı. Avukat Erdal Doğan, müvekkili Dink'in Küçük tarafından tehdit edildiğini, en çok da bu tehditten etkilendiğini söylüyordu. Dink, birkaç kez yaşanan bu tehditleri Doğan'a aktarmış, ancak herhangi bir şikâyette bulunmamışlardı. Veli Küçük bu iddiaları yazılı bir açıklamayla reddetti. Küçük açıklamasında, tehdit iddialarını, "Danıştay saldırısında sahneye konulan oyunun tekrarı" olduğunu öne sürdü. Küçük açıklamasında Dink'i tanımadığını iddia etse de, aralarında Dink'in de bulunduğu üç AGOS yazarıyla ilgili "Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs" davasına müdahil olmak için dilekçe vermiş, ancak 16 Mayıs 2006'da Şişli 2. Asliye Ceza Mahkemesi'nde yapılan duruşmada bu talebi reddedilmişti. Müdahillik taleplerinin reddinin ardından aralarında Yücel Sayman'ın da bulunduğu sanık avukatları "Sizi izliyoruz" diye tehdit edildi. Bir şube de Trabzon'da Küçük'ün emekli olduktan sonra eski İstanbul Valisi Erol Çakır ve eski Narkotik Şube Müdürü Nihat Kubuş ile kurduğu Stratejik Güvenlik Koruma ve Eğitim adlı şirketin bir şubesinin de Dink suikastı sonrasında hayli tartışılan Trabzon'da bulunması, başka bir ilginç tesadüfe işaret ediyor. Küçük, Sabah gazetesiyle yaptığı bir söyleşide her şeyi devlet istediği için yaptığını söyleyip şöyle konuşmuştu: "Hiçbir zaman amatörce çalışmadım. Devletim dedi ki, şu görevi yap! 'Emredersin' dedim, yaptım. Tutturmuşlar JİTEM diye... JİTEM diye bir kuruluş yok! İstihbarat Gruplar Komutanlığı vardı. Devlet bana, 'istihbarattasın' dedi. Pişman mısın dersen; hayır, gene aynı şeyi yaparım. Devletime karşı görevimi yaptım."<br /><a href="http://imgupload.haber7.net:40080/images-attach.php?images_id=51341"></a>Radikal<br />Bu haber 2,163 defa okundu.<br /><a class="stdSmall" href="javascript:openWin(" location="0," height="550," top="30');"" width="550," resizable="0," scrollbars="1," menubar="0," status="0," directories="0," haber_id="215129','','toolbar=0,">E-postala</a><br /><a class="stdSmall" href="javascript:openWin(" location="0," height="550," top="30');"" width="550," resizable="0," scrollbars="1," menubar="0," status="0," directories="0," haber_id="215129','','toolbar=0,">Yazdır</a><br /><a class="stdSmall" href="http://www.haber7.com/abonne-save.php?type=0&id=215129">Kaydet</a><br /><a class="stdSmall" href="http://www.haber7.com/yorum.php?type=0&id=215129">Yorum ekle</a><br />Tavsiye et<br /><br />--><br /><br />çok önemsiz<br />çok önemli<br /> Yorumlar<br />kendal ak tarafından 28 Ocak 2007 16:55 tarihindeBUYRUN SİZE VATANSEVER! veli küçük... türkiyenin son 15 yıllık karatarihinin mimarlarından. aşağılık eylemlerin azmettiricisi... bu kadar dosyası kabarık bu insana bu ülkede, inanılmaz gibi gelse de, saygı duyanlar az uz değil hani.peki bu insanlar neden bu kişiye hayranlık duyarlar.. çünkü kendisi türkçülüğün en önde gidenlerindendir.. çünkü kendisi 20 milyon kürdün bir azeri etmeyeceğini düşünenlerdendir.<br />[8f5f110a6b8c0ff3]<br />Bilal KIZIL tarafından 28 Ocak 2007 16:52 tarihindeULUS-al-cı-lık Nice insanlar öldürüldü,Nice Hükümetler yıkıldı,Nice Esnaf kepenk kapattı,Nice Sanayici fabrikasına kilit vurdu,Nice olaylar çözümsüz kaldı,Nice Türkiyeler hala Türkiye olamadı,Nice Gençler açız diye geziyor iş bulamıyor,Nice Gençler askere bile gitmek istemiyor,Sen neymişsin Be ABİ!Soyadın Kadar Küçük değilmişsin.Vatanın kadarda Büyüyememişsin.Demekki ULUSALCILIK bu.....<br />[0e7699363635075a]<br />mustafa mutlu tarafından 28 Ocak 2007 16:44 tarihindeDERİNLİK Bu tablo derin devletin kaçta kaçıdır?Eğer bu tablo, derin devletin kendisi ise hiç de derinde gözükmüyor, herşey su yüzünde.Allah aşkına hükümet ve ona bağlı birimler(adalet mekanizması) bu tablo karşısında neler yapıyor?Aynı sorular Çankaya için de geçerli, sahi Çankaya ne yapıyor?Danıştay baskınını yapan avukatın kiminle iş tuttuğu açıkça ortada iken neden birşeyler yapılmıyor?Peki herşeyi anladık da koca Türk medyası neden suskun(Radikal hariç)?<br />[c4a5953ea0a3d10c]<div class="blogger-post-footer">bu sayfadaki bilgiler, bilinmeyenler, duyulmayanlardir.</div>mimhttp://www.blogger.com/profile/07215388154701650816noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-13244810.post-91188950382438536732007-01-24T20:26:00.000+02:002007-01-24T20:28:53.288+02:00ICiMiZDEKi HAiNLER<strong>Hrant Dink cinayetinde çok önemli iddialar!</strong><br /><br />Bir Protestan olan Hrant Dink’in cenaze ayinini, sağlığında kendisiyle arası bozuk olan Gregoryen Ermeni Patriği Mutafyan yönetti. Dink, Protestan mezarlığına değil, Gregoryen mezarlığına defnedildi. Mutafyan, ayinde “Ermeni düşmanlığının ortadan kaldırılması için” çaba sarf edilmesini istedi. Dink’in vasiyetine ve Ermeni cemaatinin uyarılarına rağmen yürüyüş sırasında atılan çirkin sloganları bir kenara bırakarak söylüyorum; Türkler ve Ermeniler arasında düşmanlık varsa tek taraflı değildir, karşılıklıdır. Tıpkı sevgi gibi. Mesela 27 yıl önce tanıştığımız Levon Panos Dabağyan ile birbirimizi sevdiğimiz gibi. Düşmanlığın ortadan kaldırılması için karşılıklı çaba gerekir. Hangi güç tarafından planlandığı ortaya çıkarılmamış bir cinayeti, Türkiye’yi savunmaya çalışan milliyetçilerin üstüne yıkarak, milli direnci çökertmeye çalışanları ne yapacağız? Düşmanlık böyle mi ortadan kaldırılır? Tabii bu işte Mutafyan’ın bir kusuru yoktur! İdeolojik önyargılarla hareket edenleri kastediyorum. “Soykırım endüstrisi” nden beslenen Ermeni diasporasını ve Türkiye topraklarında hak iddiasında bulunan Ermenistan’ı bu tutumdan vaz geçirmek mümkün müdür? ABD ve AB, Türkiye’nin başında her zaman böyle bir tehdidi el altında tutmaktan vaz geçebilir mi? Düşmanlığın ortadan kaldırılması için, tarihi gerçeklerin karşılıklı olarak bütün açıklığı ile ortaya konulması gerekir. Bu konularda bir adım atana Türkler iki adım atar. * * *Almanya’da Türklerin düzenlediği bir toplantıda Prof. Dr. Hasan Köni, “Ermeni meselesi” başlıklı bir konuşma yapmış ve şöyle demişti: “Tehcir sırasında, yerinden olmamak için ‘convert’ olan yani Müslümanlığa dönen Ermeniler de var. Bunların kim olduğunu bilemiyoruz. Sayıları 300-400 bin kişi. Ayrıca dönmüş Museviler ve dönmüş Rumlar da var. Bunları maalesef Türkiye Cumhuriyeti kendi vatandaşlarını rahatsız etmemek için açıklamıyor. Belki de devletin içinde de yüksek rütbeye gelmiş Ermeni kökenli dönmüş insanlarımız var.” Bir ara Ermeni gazeteciler de aynı iddiada bulunmuştu. “Gazeteci Hırant Dink’in öldürülmesi ve farklı bir bakış açısı” başlıklı ve “ycanca” imzalı mektupta şöyle deniliyor: “Hrant Dink, bir Ermenistan gezisinde oradaki muhataplarına ‘Siz 1.5 milyon kişiden bahsediyorsunuz. Oysa ayni dönemde yaklaşık 500 bin Ermeni, din değiştirip Türk olmuştu. Bunları neden bunları dikkate almıyorsunuz?’ diye sordu. Muhatabı da ‘Bu konunun gündeme gelmesi, davamıza zarar verir” cevabını verdi. Dink, bir yazısında Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen’in yetim Ermenilerden olduğunu ve bu konuda elinde belgelere ulaştığını yazdı ve kıyamet koptu. Dink, ‘Elimde belgeler var’ diyordu. Peki bu bilgiye ulaşan Dink, başka hangi bilgi ve belgelere ulaşmıştı. Acaba kim veya kimler toplumu aldatma açısından kendini hangi kimlikle saklı tutuyordu? Özellikle de din adamı kimliği ile! Yıllarca üniversitelerde, devlet kurumlarında, basında birilerinin yanlış yaptığını herkes söyler ve bir türlü anlam veremezdik. Hatta bazı dini oluşumlardaki saçmalıkları ve devlete karşı duruşlarını anlayamazdık.Bana göre yukarıda açıklanan dönen Ermenilerle ilgili çalışmaları, Dink’i ölüme götürdü. Türk kimliği ile Türkiye için her türlü kötülüğü yapanlar ortaya çıkacaktı bu yüzden Dink’in öldürülmesine karar verdiler. * * *Demek ki, “Hepimiz Ermeniyiz” diyenlerin çoğu, bu sözü sadece cinayeti kınamak amacıyla değil gerçeğin ifadesi olarak söylüyor! Heyecana kapılıp Türk olmadığını basın yolu ile ilan edenler de var!<br /><br />`www.sesar.com.tr` de çok önemli bir inceleme var. Okumanızı tavsiye ederim! Gerçeklerin ortaya çıkması ne kadar önemli değil mi?<br /><br />Tarih:24.01.2007<div class="blogger-post-footer">bu sayfadaki bilgiler, bilinmeyenler, duyulmayanlardir.</div>mimhttp://www.blogger.com/profile/07215388154701650816noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-13244810.post-76278374936289007652007-01-24T18:25:00.000+02:002007-01-24T18:28:34.528+02:00TERÖRÜ ÜRETEN DEVLET Mi?Ecevit'in vasiyetindeki şifre<br />80 öncesi Maraş olaylarından bugüne Türkiye'de işlenen cinayetlerde sanıklara neden ulaşılamıyor. Taha Kıvanç, şifrenin Ecevit'in vasiyetinde olduğunu yazdı.<br />24 Ocak 2007 16:43<br />Yazı boyutunu büyütmek için <br />Ecevit'in vasiyeti nedir? Amerikalı istihbaratçı-diplomat 80 öncesi Maraş ve Çorumlulara hangi soruları sordu? İlginç bir yazı... Taha Kıvanç'ın köşe yazısı Ecevit'in vasiyeti "Bülent Ecevit'in vasiyeti" demiş ve orada bırakmıştım, "Siyasî cinayetler ve kitle eylemleri devrini geride bırakmak istiyorsak yapılması gerekenler" konusunu irdeleyen dünkü Kulis'i... 1978 yılı Aralık ayında Maraş'ta meydana gelen kitle eylemlerinde 111 kişi hayatını kaybetti, yüzlerce kişi yaralandı. Ölen canlar yüzünden Alevi'nin Sünni'ye, Sünni'nin Alevi'ye kuşkusu arttı. Ardından Sivas ve Çorum'da eylemler meydana geldi, onları 12 Eylül darbesi izledi. "Ecevit'in vasiyeti" işte tam bu noktada devreye giriyor... Bu ayın başında çıkan Tempo dergisi, Bülent-Rahşan Ecevit çiftinin arşivlerini açtığı Can Dündar ile Rıdvan Akar'ın bir haberini kapaklaştırdı. Arşivde araştırma yaparlarken karşılarına çıkan bir rapor bu. Ecevit, raporun üzerine, "Ekli bilgi çok önemli bir kaynaktan verilmiştir, değerlendirilmesinde yarar vardır" notunu düşmüş. "Değerlendirilmesinde yarar vardır" demesini 'vasiyet' sayıyorum... Raporun özelliği, olayın üzerinden fazla vakit geçmeden, alevler tüterken kaleme alınmış olması... 3 Ocak 1979 tarihini taşıyan raporda, Maraş'ta meydana gelmiş olan olaylardan dolayı devletin bazı görevlileri isim verilerek suçlanıyor. Tempo dergisi "Maraş katliâmında MİT'in parmağı var" biçiminde yansıttı raporu... Dergide çıkan bölümleri okunduğunda, raporun, MİT içerisindeki ideolojik bir yapılanmadan söz ettiği anlaşılıyor. O yapılanmanın unsurları suçlanıyor Maraş'ta meydana gelen olaylardan; öyle üstü kapalı ifadelerle ve ima yoluyla değil, açık açık ve isim zikredilerek... Okuduğunuzda dehşete kapılıyorsunuz... Dündar/Akar, bir kitapta yayımlayacaklarını söyledikleri belgeler arasında özel önem verdikleri Maraş Olayı Raporu'nun, MİT içerisindeki 'sosyal demokrat' kimlikli bir kişi tarafından kaleme alındığı kanaatinde-ler. Türkiye'nin birlik ve bütünlüğüne yönelik bir komplonun en ilgi çekici yönüne de işaret etmeden edemiyorlar: 111 insanın can vereceği olaylara asker üç gün boyunca müdahale etmemiş... Dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Kenan Evren'e yıllar sonra "Neden?" diye sorduklarında aldıkları cevap insanın yüreğini acıtıyor: "Yeterli gücümüz yoktu." Bir de Alexander Pack tarafı var olayın... O günlerde ABD'nin Ankara Büyükelçiliği'nde ikinci kâtip olarak görev yapan Mr. Pack, yanında tercümanı, ülkenin 'hassas' illerini dolaşıyormuş: Maraş, Çorum, Malatya, Amasya... Sorduğu sorular şunlar: "Bu ilde Alevi-Sünni çatışması çıkar mı? İran tipi, dine dayalı bir siyasî irtica ihtimali var mıdır?" Görüştüğü AP il başkanına, "İran'ı kaybettik, Türkiye'yi de kaybetmek istemiyoruz" demiş Mr. Pack... Çorum olaylarında saldırılara hedef olan Sadık Eral da hatırlamış Amerikalı diplomatı: "Bu dönemde gittiği her yerde olaylar çıkmasıyla bilinen Pack adlı kişinin CIA ajanı olduğu biliniyor. Kahramanmaraş, Malatya, Çorum ve Amasya'da görüşmeler yaptı, bu görüşmelerde gerek MHP'den gerek CHP'den gerek AP'den değişik insanlarla temasta bulundu. Bu insanlara Çorum'daki gelişmelerin sağ-sol ekseninde mi, yoksa bir Alevi-Sünni ekseninde mi olacağını sordu, bu konudaki tahminlerini aldı. Çorum'da uzun süre kalmıştı." Tempo'daki yazıya şu not düşülmüş: "Pack, Çorum olaylarından kısa bir süre sonra sessiz sedasız Türkiye'yi terk etti." Ülkemizi derinden sarsan, çok sayıda insanımızın canını alması yanında toplumda bugün bile izleri görülen bir kırılma noktası teşkil eden kitle eylemlerinden söz ediyoruz. Eylemler biliniyor. Eylemcilerin bir bölümü yargılandı, dolayısıyla onlar da biliniyor. Ecevit'in 'ciddi bir kaynak' dediği kişinin elinden çıkan raporda olayları planlayanların isimleri de açık biçimde yer alıyor. Olayda 'dış parmak' izi sürülecekse, onun da bir ismi var işte... Peki, ne duruluyor? Bu soru özellikle şu sırada iki yönden farklı bir anlam taşıyor. İlki şu: Hrant Dink'e sıkılan kurşunlar Türkiye'nin başka dinlilere 'hoşgörüsüz' bir ülke olarak damgalanmasına yol açabilir; 1980 öncesi kitle olayları ise Sünni çoğunluğun Alevilere düşmanca hisler beslediklerini kafalara kazımak için çıkartılmıştı. İkincisi de şu: Müsteşarlık adına yapılan son açıklamanın da ortaya koyduğu gibi, MİT çok değişti. Türkiye'nin daha fazla itilip-kakılmaya, eylemlerle yanlış izlenimler verilmesine tahammülü kalmadı. MİT'in de geçmişinin gölgesinin bugün üzerine karabasan gibi düşmesinden rahatsızlık duyması beklenir. Neden geçmişle açık açık hesaplaşılmasın? "Olayların üzerine gidilmesi isteniyor, nasıl?" diye soranlara, "Maraş Dosyası ile başlayıp bütün siyasî cinayet ve kitle eylemleriyle hesaplaşarak..." cevabını verebilirsiniz... Yeni Şafak<div class="blogger-post-footer">bu sayfadaki bilgiler, bilinmeyenler, duyulmayanlardir.</div>mimhttp://www.blogger.com/profile/07215388154701650816noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-13244810.post-1130639411506623482005-10-30T04:29:00.000+02:002006-06-11T12:12:54.073+03:00Kafatasi ölcmek ya da...Abdurrahman Dilipak<br /><br />Kafatasi �l�mek ya da... <br /> <br /> Nihal Atsöz'ün oglu babasínin nasil kafatasi ölctügünü anlatti.. Atsöz'ün oglu bazilarinin, kafatasi ölcümlerinden Türk olmadigi sonucunun cikmasi halinde cok büyük üzüntü duyduklarini anlatiyor..<br /> Oysa ne dogdugumuz anne-babayi, ne dogdugumuz topragi ve ne de dogdugumuz zamani biz secmedik. Bunlar Allah'�n takdiridir ve bu anlamda bize hamd etmekten ba�ka bir g�rev d��mez.. Bunun aksi Allah'�n takdirine isyand�r. Haks�zl�k kimden gelirse gelsin, kime y�nelik olursa olsun, bizim istikametimiz bellidir.. D��man�m�za kar�� dahi adalet dinimizin emridir. Hi�bir zaman cellatlar�m�z� alk��lamayaca��z ama cellad�m�z�n bile hakk�n� savunaca��z! ��nk� Hak bizatihi �st�nd�r.<br /> Biz Hak'ka tapan bir millet olmakla �an/�eref bulduk.. ��nk� insanlar i�in ancak yapt���n�n kar��l��� vard�r.. Nerede, ne zaman, kimden do�du�unuz de�il, ne yapt���n�z �nemli.. Hz.Ali zaman�nda Mekke'de do�up cehenneme gitmek, Stalin zaman�nda Moskova'da do�up cennete gitmek m�mk�n.<br /> Gemiye binmedikten sonra Nuh Peygamberin o�lu olsa ne yazar. Sen �brahim olduktan sonra Azer'in o�lu olman�n ne de�eri var! �imdi niye bu konuya de�inme gere�i duydum.. �n�mde duran iki haber y�z�nden. Biri Hukuk�ular Birli�i olarak 28.10.2005 tarihinde iftar program�ndan sonra; T�rk Tarih Kurumu Ba�kan� Yusuf Hala�o�lu'nun da i�tirak edece�i; "T�rkiye'nin Ermeni Ger�e�i" konulu konferans�n davetiyesi, �tekisi de kendini UNICEF g�revlisi gibi g�sterip biz k�z ��renciyi ka��ran ve tecav�z eden ve dilencilik yapt�rd��� iddia edilen G.M.A. ile ilgili haber.<br /> �kinciden ba�layal�m. Trajik, utan� verici bir konu bas�n�n dilinde bir anda magazin konusu haline getirildi. Bir gazete man�etten "Tipinden de mi anlamad�n�z" diye man�et att�. Bir ba�kas� da hemen hemen ayn� ba�l�kla haber yapt�. San���n korkutucu ve �rk�t�c� bir g�z� vard�.. Haber bunun �zerine kurgulanm��t�. Su�luluk psikolojisi ile korku i�inde g�zleri falta�� gibi a��lm��, psikolojik sorunlar� olan bir adam foto�raf�n�n alt�nda, olay�n sosyal ve psikolojik, ahlaki boyutu de�il de, ba�ka y�n� �ne ��kar�l�yor.<br /> T�rk filmlerinden al��t���n�z, "k�t� adam"�n ille de g�z�n�n �a�� olmas�, surat�n�n yamuk olmas� gibi bir yakla��m.. Bu anlay��a g�re Notre Dame'nin Kamburu her t�rl� k�t�l��� yapabilir. Ama Bush asla. ��nk� o yak���kl�. Biz nice kravatl�, frag giymi� tipleri de g�rd�k. Bankalar�n�n i�ini bo�altanlar�n hi� birinin "�z�r�" yoktu. Bu bak�� a��s� ile b�t�n �z�rl�ler/engelliler potansiyel su�ludur. Bir ad�m daha ileri gidelim, onlar �yle bir g�nah i�lemi�lerdir ki, Allah da belalar�n� vermi�ti. Halleri "ilahi bir ceza" gibidir. Yani "Deprem ilahi bir cezad�r" yakla��m�n� minimize ederseniz bu tarafa da �ekebilirsiniz belki.. Kald� ki, deprem ve benzeri afetler, kutsal metinlerde Hz. Yusuf, Hz. Nuh, Hz. Lut, Hz. Salih k�ssalar�nda oldu�u gibi ilahi bir ceza da olabilir! Burada s�zkonusu olan ki�inin tipinin bir ilahi ceza �eklinde sunulmas�, olabilir olmaktan ��kar�l�p, kafatas��l�k keskinli�inde bir h�k�m haline getirilmesi..<br /> O zaman, her tipi bozu�u, potansiyel su�lu diye m��ahede alt�na almak gerek.<br /> Tamam, "k�yafetname"lerde, cimcime ile ilgili ilgin� tesbitler vard�r. Uzun boylu olursa ��yle, k�sa boylu b�yle, burnu b�y�k olan ��yle, parma�� k�sa olan b�yle. Yani her k�t parmakl� potansiyel bir katil mi? Yani UNICEF yetkilileri hep yak���kl� adamlar m�? K�t� adamlar hep ter mi kokar, parf�m kokulu olmazlar m�? Bu �uuralt�, bana Ats�z'�n kafatas� �l��mlerini hat�rlat�yor.. Belki konu�ma ve davran��lar�nda bir a��k verip vermedi�ini, bu konuda ne kadar profesyonelce hareket etti�ini filan ara�t�r�rs�n�z..<br /> K�yafetnamelerde anlat�lan risk ve meziyetlerdir.. Mutlak kriterler de�il. Zaaf noktan�z� ve meziyetlerinizi bilirseniz, zaaflar�n�z sizi y�netmeden siz onu y�netir, zaaflar�n�za kar�� dikkatli olur, meziyetlerinizi de geli�tirirsiniz.. Renk k�r� biri ���k y�netmeni, akci�er yetmezli�i olan biri dalg��, bacak kaslar� zay�f olan biri ko�ucu olamaz herhalde.. Bunu da �l�erek anlayabilirsiniz?<br /> Ermeni konferans� meselesine gelince, ke�ke kendi tezimizi isabatlama �abas� yan�nda kar��m�zdakilerin dertlerini dinlemeyi, anlamay� da �nemsesek, yani biraz empati yapabilsek, Kendi tezimizi isbatlamak gayreti yerine, do�rudan ger�e�in kendisini ara�t�rmaya �nem versek.. ��nk� ger�ek bizi �zg�r ve g��l� k�lacak. Ger�ek herkes i�in en iyi oland�r.. Ger�e�i yakalama ad�na da herkesin fikrini �zg�rce a��klamas� gerek.. Birinin a�z�na bant vurup �tekinin �n�ne mikrofon koymak olmaz. Burada yap�lmas� gereken, �tekinin �n�ndeki mikrofonu almak, hoparl�r� k�smak de�il. Elbette TTK da bu konudaki g�r��lerini a��klayacak. Ama bu g�r��lerin hepsi tek tek ger�e�in ta kendisi de�il, ger�ek bu tart��malar ortam�nda hayat bulacak.. Ermeni tart��mas�nda beni rahats�z eden en �nemli unsur, baz� taraftarlar�n ger�e�i ortaya ��karmak yerine kendi aleyhinde olan� gizleyip, kar��s�ndakini su�lama ad�na ger�ekleri karartmaktan �te tahrif etme gayretleridir.. Ve de bu tart��malar�n bu topraklarda ya�ayan insanlar� d��lay�p, onlar� bat�n�n kuca��na itme gayretleridir.. Yani bizi bize k�rd�rma ve bizim kanlar�m�z ve g�zya�lar�m�z �zerine kendilerine iktidar ve servet �retmek isteyenlerin kirli oyunlar�na alet olma korkusudur..<br /> Ortada bir mukalata var, bir tehcir var. �ttihat Terakki'nin yanl��lar� var. Ermeni mal�na g�z diken m�tegallibeler var. Ermenileri kullanan �lkeler var. Ve bug�n tart��mad���m�z derin bir s�r, derin bir ba�ka ger�ek var. Yoksa mesele M�sl�manlar�, Osmanl�y� ya da T�rkleri savunmak / aklamak gayreti de�il! Taraflar ezberini bozmal� ve �oven yakla��mlardan ka��nmal�..<br /> Ha! Zaten Ats�z olay�na geri d�necek olursak; "Ats�z'�n kafatas�n� �l�t���n� belirten Prof. T�rkkan, 'Yeterince T�rk ��kmad� ve �ok bozuldu' demi�" (Sahi, bu zat Ad's�z m�, At's�z m�?)<br /> Sel�m ve dua ile..<br /><br />Alinti: Abdurahman Dilipak<div class="blogger-post-footer">bu sayfadaki bilgiler, bilinmeyenler, duyulmayanlardir.</div>mimhttp://www.blogger.com/profile/07215388154701650816noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-13244810.post-1121614061197209302005-07-17T21:26:00.000+03:002006-04-25T20:44:07.890+03:001. iDDIA: ATATÜRK YAHUDI, SABATAIST Mi iDi ?atayahudi<br /><br />ataturk sabatayci idi ve semsi efendi diye bir okula gitmedi.. okudugu okul donme yahudilerin cocuklarinin gittigi okuldur..bunun ispati yapilir ama boyle bir forumda degil tabii..artik devlet arsivleri de herkese esit acilsa da herkes anlasa bunu..ayrica ali riza efendi ismini uyduran arkadasin alnindan opmeliyim..hayal gucu iyiyimis..yasasaydi herhalde walt disneye okuttururdu tersden..<br />herneyse ali riza bey hakkaten yok..zubeyde hanimi hala arastiriyorum..<br />**<br /><br />???<br />Oct 10, 2004<br /><br />Tekin Alp; bir yahudi olmasina ragmen neden (MOSE KOHEN) ismini sakladagi uyuyun daha . biiz icten ice vuran dis d�smanlar, icimizde T�rkc�l�k , vatanseverlik taslayarak bizi b�lmeye calisiyor.<br /><br />saflik yerinde güzel Neler yapmis ve s�ylemis ..?<br /><br />Atat�rk bir insan degil mi?<br />Neden onu hatasiz mükemmel saniyorsunuz?<br />Yahudi oldugunu söyledigini yabanci kaynaklar,tarihciler neden diyor?<br />Kendi kac yerde neden itiraf etmis ?<br />Yaptiklari sizce destekler kimi yerde kanitlar nitelikte degil mi?<br />Mason localarini kapatmis da. Siz bu kadar mi az düsünüyorsunuz?<br />Kendini saklamak icin ve kapatmaktan baska care kalmadiysa ya da �yle icab ettiyse...<br /><br />the<br />Sep 6, 2004<br /><br /><br />NEDEN<br /><br />�?U söylenmelidir ki türk tarihine bakildiginda türk imp.luklarinin bayraklarinda hicbir zaman yildiz yoktur.ittihatcilarin ele aldigi osmanlilarin son dönemlerinde bayrakta yildiz olmasi onu t�rk milletini temsil etmesi demek degildir. bu �lkeyi kuran ingiliz ajani mason atat�rkte<br />türk bayragina hic hilal koymaz. masonlugu ifade eden sembol koyar halinde .ay hic türk bayragindaki gibi hilal olurmu. bakin pakistan bayragina cezayire. ülkeye hizmet etmis atatürk hep merak etmistir milletimiz cumhuriyet tarihiyle<br />türk halkini kaderiyle oynamis dil den kiyafete, mekteplerden alfabesine, t�m yenilikleri yapmasi<br />bir milletin nasil yok oldugunun bir delilidir.<br />ha atatürk madem ülkeyi kurarken neden maras´ta, yozgat´ta balikesir´de ayaklanmalar cikmis.rejimi destekliyecek adamlar olmadigi icin atatürkün balkanlardan ithal millet getirgiini biliyoruz.<br />yani balkanlardan rejimi desteklemesi icin milletler getirtmistir. Ör.bulgarlar makedonlar gibi.muhacir yani þuki amac hizmet masonluk derecesinde yahudilige hizmet etmektir<br />arkadasin dedigi gibi yoktur farki stalin´den lenin´den saddam´dan hitlerden ve apodan ayni soyun isimleri. bu düzeni yalniz Allah düzeltecektir.<br /><br />Mehmet<br />Sep 4, 2004<br /><br /><br />=(((&<br /><br />ben bu mewzulara yeni girdim atatürk hakýnda cok fazla bi bilgim yok ama b�le biþiin olucani hic zannetmiyorum komplo teorisi gibime geliyo biraz bana yardimci olucak arkadaslar ariyorum k�tahya civari olursa sevinirim cevremde yasayan masonlari bilen bu isi gercekten samimiyetle yapan insanlarla tanismak sohbet etmek isterim selametle<br /><br />Gökay<br /><br />Neden bizim insanimiz atalarina k�freder?<br /><br />buraya birseyler yazan herkes eminimki birazda olsa �grenim görmüstür. fakat ne yazik ki cahilik gecici, eseklik bakidir. neden hala Devlet-i Ali Osman'a saldirip bu yüce imparatorlugu inkar etmeye kalkiyorsunuz anlamiyorum. ama kesin olan bir sey varki hersey aslina dönermis. ekmek yediginiz kaba tükürmekten vazgecin. bu dünyada yasamak saglikli olmak mutlu olmak ya da dert cekmemek demek degildir. Osmanlinin 600 senelik saltanatini inkar edip onun kemiklerinden olusan bu nadide ve cennet vatana hizmet etmekten korkuyor ve utaniyorsaniz, Roma imparatorlugunun eteklerine siginan ve onun torunlarinin v�cuda getirdigi üzerindeki 12 yildizin Isanin 12 havarisini temsil ettigi, lacivert rengininde Meryemin pelerininin rengi olan s�zde Avrupa birligine sýðýnýn. koca 6 asir bir dünyaya nizami ve intizami getiren atalariniz eminimki sizden utaniyorlardir. okudugunuz her yazinin ya da duydugunuz her tatli yalanin pesinden kosmayin aslinizi inkar etmeyin.<br /><br /><br />Gökay<br />Aug 25, 2004<br /><br />cahiller kisieri, alimler fikirleri tartisirmis.<br /><br />�ncelikle hepimizin sunu bilmesi gerekir; bugün fizikte bir deha oldugu icin bütün müslüman alemi bir yahudiyi alkisliyor hala, ya da onun gibi farkli dinden olan bir cok bilim adaminin, Atatürk'ün bütün icraatlari takdire sayandir demiyorum, diyememde fakat dünyanin cesitli yerlerinde bircok dinden ve irktan insanin örnek aldigi devrimlerine kimse dil uzatamaz. belki harf devrimiyle bir günde bir millet tamamen okuma yazmayi bilmiyor olmustur fakat gelecek icin devletin bekaasi icin kisinin zarari önemsenemez. herneyse uzatmaya gerek yok bizim yapmamiz gereken Atatürk´ün genlerini birakip ufkunu tartismaktir. Sebetayci veya degil biliyoruz ki yüzyillardir yahudiler bu topraklarda bizimle yasadilar tipki diger dinlere ve irklara mensup insanar gibi ve yararlarida olmadi degil, biz ise su anda icimizde bulunan göz önünde durup kizimizin oglumuzun beynini bulandiran ve hakkini yiyen sebetaycilarla ugrasmaliyiz. (Gülben Ergen, Sezen Aksu, Ali Kirca vs vs saymakla bitmez).<br /><br />Defender Of the Truth<br />Mar 2, 2004<br /><br />was Ataturk and what was his mission ?<br /><br />There are many links on the internet regarding his "Jewishness". Here is one of them which keeps a close eye on the FAMOUS JEWS on the world.<br /><br />http://www.jewwatch.com/jew-leaders-folder.html<br />http://www.jewwatch.com/jew-occupiedgovernments-usa-ambassadors.html (scroll down and find Turkey)<br /><br />In Turkey, once the children start school, they are forced to memorize Ataturk in order to justify his actions. Once the individual gets out of the high school or university, he/she admires and respects Ataturk so much that this person does not even question Ataturk's reforms. The main target is the strong character of being a TURK, and what makes that, that is Islam. It is the magazine Time which proclaims on its very first issues that Ataturk was a Jew, a dictator, that he abolished Islam, and whoever objected that had been executed like the ones in communist Russia. If you want to really learn who Mustafa Kemal Ataturk is, you have to be impartial while researching. There is no doubt that there is a very big conspiracy about him. The History books that are taught at schools in Turkey, were written by Mustafa Kemal himself, and his other Jewish friends. These jews are the ones that Bayezid II has accepted in 14th century when Spain kicked them out of their country, and today who run Turkey. Is it not right that Kemal Ataturk made Turks forget their history, their original language, abandon their 7000 years culture and adopt western culture, and is it not right that his reforms are the main cause for many people be against their religion-Islam today. Is it not true that the new dress code is against the Human Rights - how can one be forced to wear a specific style. The so-called secularity, democracy are just masks. There has never been in Turkey a sense of true secularity and democracy. Everything is controlled by the Army and the other Jews living in that country. The other Turks are just the "public" that are being abused. If you make more research on this issue you will see lots more...Hope you see the truth very soon !<br /><br />Defender Of the Truth<br />Mar 2, 2004<br /><br />Who was Ataturk and what was his mission ?<br /><br />There are many links on the internet regarding his "Jewishness". Here is one of them which keeps a close eye on the FAMOUS JEWS on the world.<br /><br />http://www.jewwatch.com/jew-leaders-folder.html<br />http://www.jewwatch.com/jew-occupiedgovernments-usa -ambassadors.html (scroll down and find Turkey)<br /><br />In Turkey, once the children start school, they are forced to memorize Ataturk in order to justify his actions. Once the individual gets out of the high school or university, he/she admires and respects Ataturk so much that this person does not even question Ataturk's reforms. The main target is the strong character of being a TURK, and what makes that, that is Islam. It is the magazine Time which proclaims on its very first issues that Ataturk was a Jew, a dictator, that he abolished Islam, and whoever objected that had been executed like the ones in communist Russia. If you want to really learn who Mustafa Kemal Ataturk is, you have to be impartial while researching. There is no doubt that there is a very big conspiracy about him. The History books that are taught at schools in Turkey, were written by Mustafa Kemal himself, and his other Jewish friends. These jews are the ones that Bayezid II has accepted in 14th century when Spain kicked them out of their country, and today who run Turkey. Is it not right that Kemal Ataturk made Turks forget their history, their original language, abandon their 7000 years culture and adopt western culture, and is it not right that his reforms are the main cause for many people be against their religion-Islam today. Is it not true that the new dress code is against the Human Rights - how can one be forced to wear a specific style. The so-called secularity, democracy are just masks. There has never been in Turkey a sense of true secularity and democracy. Everything is controlled by the Army and the other Jews living in that country. The other Turks are just the "public" that are being abused. If you make more research on this issue you will see lots more...Hope you see the truth very soon !<br /><br />noname<br />Mar 1, 2004<br /><br />atayahudi<br /><br />ataturk sabatayci idi ve semsi efendi mektebi adindaki bir okula da gitmedi.. okudugu okul dönme yahudilerin cocuklarinin gittigi okuldur..bunun ispati yapilir ama boyle bir forumda degil tabii..artik devlet arsivleri de herkese esit acilsa da herkes anlasa bunu..<br />ayrica ali riza efendi ismini uyduran arkadasin alnindan opmeliyim..hayal gucu iyiyimis..yasasaydi herhalde walt disneye okuttururdu tersden..<br />herneyse ali riza bey hakkaten yok..zubeyde hanimi hala arastiriyorum..<div class="blogger-post-footer">bu sayfadaki bilgiler, bilinmeyenler, duyulmayanlardir.</div>mimhttp://www.blogger.com/profile/07215388154701650816noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-13244810.post-1121618101729012132005-07-17T19:34:00.000+03:002006-04-25T19:49:11.620+03:003. iDDIA: BU KADAR ATATÜRK YETER Mi ???Artık bu kadar Atatürk yeter...<br /><br />Ateşin etrafında zıplayarak dans eden Kızılderililer gibi aynı ismin etrafında yıllardan beri tepinip duruyorlar.<br /><br />Devletin içinde g�rev alan insanlardan hiçbirinin aklına Atatürk'süz bir cümle gelmiyor.<br /><br />Sanki Atatürk'ten bahsedilmezse bu ülke y�netilemeyecek.<br /><br />Altı milyarlık yeryüzünde, beş milyar dokuz yüz otuz milyon insan Atatürk'ün adını bile bilmeden kendi kendilerini yönetiyorlar. Atatürk adını tekrarlayıp durmak da bizi o insanların arasında imrenilecek bir yere getirmiyor.<br /><br />Yaşam kalitesi sıralamasında doksan altıncı sıradayız.<br /><br />Atatürk, bu toplumun tarihindeki en önemli şahsiyetlerinden biri.<br /><br />Tarihimizdeki tek şahsiyet değil.<br /><br />Hiçbir toplum ve hiçbir tarih tek bir insan tarafından temsil edilemez, ilkel aşiretlerin bile bu kadar sığ bir toplumsal yapısı ve bu kadar sığ bir tarihi yoktur.<br /><br />Bugün, Atatürk'ü tek hedef olarak gören karşıtları da Atatürk'ü tek adam olarak tabulaştıran yandaşları da, tarihi bir şahsiyetin adını kendi siyasi tırmanışlarına basamak yapmak ucuzluğuyla davranıyorlar bence.<br /><br />Saçma sapan yapay tartışmalarla hayatın gerçeklerinden kopartılmaya uğraşıyoruz.<br /><br />Bir milletvekili Atatürk'ün parlamentoya asılı "mareşal" üniformalı resminden rahatsız olmuş.<br /><br />Olabilir.<br /><br />Ama böylesine ayrıntılardan rahatsız olabilen "hassas bir ruhun" öncelikle şu anda sahip olduğumuz darbe anayasasından rahatsız olmasını beklerdim doğrusu. Atatürk'ün resmindeki kıyafetten çok daha ciddi bir sorun bu, üstelik bunu değiştirme gücü ve hakkı da o milletvekilinin üyesi olduğu parlamentoya ait.<br /><br />Ya milletvekilinin aslında önemsenmeyecek bu konuşması üzerine üç gazetenin Ankara temsilcilerine açıklamalar gönderen Kara Kuvvetleri Komutanı'na ne demeli?<br /><br />Hangi gazetecilik anlayışının manşete layık gördüğünü anlayamadığım şu cümleye bakın:<br /><br />"Ona bu üniformayı Meclis verdi."<br /><br />Eeee?<br /><br />Türkiye'nin sorunu bu mu?<br /><br />Kara Kuvvetleri Komutanı'ndan, daha az masrafla daha iyi bir ordu nasıl yaratılır konusunda bir açıklama, bir fikir, bir tartışma bekleme hakkına sahip değil miyiz?<br /><br />Ona o makamını bu ülkenin halkı, Atatürk'ün resmini ya da üniformasını tartışsın diye mi verdi? Atatürk hakkında bu kadar sıradan konuşmalar yetiyor mu bu ülkenin en tepe noktalarına gelmeye?<br /><br />Hem, Kara Kuvvetleri Komutanı'nın, Genelkurmay Başkanı'nın önüne geçmek için gösterdiği bu telaş askerlik disiplinine uyuyor mu gerçekten, bizim orduda hiyerarşi anlayışı artık kalmadı mı, üç gazeteci tanıyan her general ordu adına konuşma hakkına sahip mi oluyor, "Atatürk" deyince her türlü disiplinsizlik mübah mı?<br /><br />Bu Atatürk tartışmalarının bir anlamı olduğunu sanmıyorum.<br /><br />Bazı gazetelerde beyhude bir çabayla yeniden yaratılmak istenen 28 �?ubat ikliminin bir daha oluşabileceğini sanmak acıklı bir yanılgı, toplum bunlara aldırmıyor artık, generalin açıklamasının manşetlere tırmandığı gün borsa rekor kırdı.<br /><br />Atatürk'ü kendine rüzgar yaparak ilerleme günleri sanırım geride kaldı.<br /><br />Bakın bugün Türkiye 28 yılın en düşük enflasyonuna sahip, Cumhuriyet tarihinin en büyük ihracatını gerçekleştirmiş, Türk lirası yeniden değer kazanıyor, faizler iniyor.<br /><br />Alışkın olmadığımız olumlu bir tablo bu.<br /><br />Buna karşılık Kıbrıs ve Avrupa Birliği üyeliği gibi hala çözemediğimiz hayati sorunlarımız var.<br /><br />Gelecek için ümit vaat eden olumlu gelişmelerin ve çok çetrefil sorunların bir arada yaşandığı günümüzde en önemli konumuz gerçekten Atatürk'ün üniforması mı?<br /><br />Bu devletten maaş alan insanların aldıkları paraları haketmek için "laftan" çok "fikir" üretmeleri gerekmiyor mu?<br /><br />Yeri gelir Atatürk'ten bir cümle, yeri gelir Yunus'tan bir mısra, yeri gelir Cenap �?ahabettin'den bir özdeyiş söylersiniz.<br /><br />Ama yerli yersiz Atatürk diye bağırıp, tarihimizin önemli bir şahsiyetini yapay gerilimleri yaratmak için alet olarak kullanmazsınız.<br /><br />Atatürk'ün ne dediğini, ne yaptığını biliyoruz.<br /><br />Onun kendi fikirleri vardı.<br /><br />Bugün Atatürk'ten bahseden insanların çoğu, onun öldüğü yaştan daha ileri bir yaşa ulaşmış durumda, bunca zamanda kendilerine ait bir fikir geliştiremediler mi?<br /><br />Atatürk sözcüğü bu ülkede fikirsel bir sefaletin işareti olmaya başladı, aklına söyleyecek başka laf gelmeyen Atatürk diyor.<br /><br />Üstelik de bunu ortamı germek, olmayan sorunlar yaratmak için yapıyor.<br /><br />Bence artık bu kadar Atatürk lafı yeter.<br /><br />Kıbrıs sorununu Atatürk lafıyla çözemeyiz.<br /><br />�?imdi herkese aynı soruyu sormalıyız.<br /><br />- Sen ne diyorsun, senin kendi fikrin ne?<br /><br />Bakalım, Atatürk lafını ortadan çekince ardından bir fikir mi yoksa fikirsiz bir ihtiras kabarması mı çıkacak.<br /><br />Ahmet ALT<div class="blogger-post-footer">bu sayfadaki bilgiler, bilinmeyenler, duyulmayanlardir.</div>mimhttp://www.blogger.com/profile/07215388154701650816noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-13244810.post-1121616174445754942005-07-17T19:02:00.000+03:002005-10-05T04:29:03.266+03:004. IRKCILIK ve OSMANLI<b><br /><u>suat</u><br />Feb 23.05<br /><br />bu son yazisim<br /><br />Sizin gerceklerden, tarihinizden, cibbilliyetinizden haberiniz yok !!<br />Osmanli Turk degildi, Türki soylardan birisindendi. Osmanli turk olmus olsa idi, sizin yaptiginiz gibi ulke ismini Turkiye yapar, dilini turkce yapar, dininide laiklik yaparmiydi yani ? Dinsizlestirirmiydi bu milleti ?<br />Osmanlinin turklerle hic bir alakasi yok. Hangi osmanli "ne mutlu turkum diyene" demistir ??? Hangi osmanli padisahi turkluk hakkinda bir tek soz bir tek kelime etmistir ? Tarihe bir bakin bakalim gorebilicekmisiniz ?? sizler tarihi degistirip aptal dusuncelerinizi herkese zorla kabul ettirmeye calisiyosunuz eger osmanli turk ise, neden devsirme yolu ile 10 binlerce insani osmanliya katti ??? sizin gibi kendi soyunu bilmeyenlerin isine gelmedigi icin kendi hayal dunyanizda kurdugunuz cocuksu masallara inanicak kadar zavallisiniz sizler<br />Osmanlida kimse turkum kurdum cerkezim diyemezdi yasakti bana turkluk le ilgili bise ispatlayin osmanli zamaninda dilleri turkce degil osmanlicaydi dinleri islamdi sizinki gibi laiklik degil ulkenin ismi osmanliydi turkiye degil cunku cesit cesit insanlar yasiyodu o topraklarda onlar sizden binlerce kez zekiydi sizler ozurlusunuz kafadan vatansever o pic lafinida sana iade ediyorum sen bir millete ne hakla o tur bir itamda bulunabilirsin mavi gozlu sari sacli bi sahis olarak sen o sekilde bi yaklasimda bulundugun icin sozunu sana iade etmekde benim hakkimdir kaldiki turkler sari sacli mavi gozlude degillerdir kim bilir kac milletin kani var senin vucudunda ben hic bir millete kufur etmedim ama sana kisisel olarak ediyorum cunku once sen ettin pisliksin kopeksin uluyan kopeklerden igrencsin yanimda olsan suratina kusardim cunku sen ve senin gibi asagilik zavalli yaratiklari gorunce midem bulaniyo sari sacli mavi gozlu donek kirma sozde turk turkmus gercek turkler senin gibi serefsiz assagilik igrenc degiller bence kaldiki onlar kendi hallerinde orta asyada yasiyolar senin gibi irkci fasist de degiller ve ben kurdum evet hadi bildigin kufurleri sirala cunku sizler boyle pislik insanlarsiniz ben asla aslimi inkar etmem etmiycemde peygamber efendimiz derki aslinizi asla inkar etmeyin sizler oyle igrencsiniz ki 20 yasinda daha 20 yasinda ailesi oglum askere git askerligini bi an once yapki erkek adam ol diyerek yolladiklari oglunu diyarbakirda askerler kurdlere kufur ettigi icin bende kurdum kurdlere boyle kufur edemessiniz serefsizler dedigi icin gece nobet sirasinda arkadasi ile birlikte o vatani korurken serefsiz kopekkkkk bir astsubay gelip bagirarak ismini soyledikten sonra sirtindan 3 el ates edip oldurecek kadar vahsi kopeklersiniz serefsiz o cocugu sirtindan vurduktan sonra cekip gitmis o cocukda benim akrabamdi :( iste sizler boyle akla mantiga sahip insanlarsiniz sizler boyle vahsi insanlarsiniz daha sonra cesedini tabuta koyup ailesine oglunuz intihar etti diyebilicek kadar yalanci insanlarsiniz tabuttan kanlarin damlasi ailesinin bunu gormesi annesi babasi hickiriklar icinde oglumuzu son bir kez gorelim diye aglarken askerler buna izin vermeyip topragin altina gomdukten ertesi gunu topraktan cikardiktan sonra cocuklarinin on kisminin tamamen paramparca oldugunu gorduklerinde yureklerinin parcalandigini sizler degil ben gordum daha 20 sinde bir cocuk o vatani savunurken barbaros ve senin gibi vahsi katliyamci yaratiklar tarafindan olduruluyo sonra utanmadan kardesiz bu ulke hepimizin diyebiliyosunuz sonrada kurdler bize dusman kurdlere tc kuruldugundan beri yapmadinizi birakmadiniz osmanli zamaninda 600 sene kardes gibi yasadi insanlar orda sizin tarihiniz daha 80 yil osmanli sizin bir parcaniz degildi sizler hilafeti kaldirdiniz o yuzden dunyadaki muslumanlar aci icinde kivraniyo yazamiycam daha fazla ve bu son yazisim cunku sizin yazdiginiz kufurleri gordukce midem bulaniyo insanlar sirf kurd oldugu icin onca laf ediyosunuz bir otobusu durduran askerler yolculari indirdikten sonra serefsiz bir komutan hamile bir kadinin karnina tekme atarak bu cocugu dogurucanda basimiza teroristmi getiricen diyebilicek kadar hayvanca igrenc bir zekaya sahip kopekler oldugu muddetce bu nefrette hep olucak pkk olmadan once kaldiki pkk yi cikaranda sizin o igrenc devletiniz sirf kurdleri asumule edip guneydoguda ve dogudaki kurdleri oralardan surup orda teror havasi olusmasi icin cikardiniz pkk yi sirf o yuzden bosu bosuna sizin gibi insanlar kurdlerden nefret ediyo kaldiki kurdler o topraklara sizlerden cok cok once geldiler daha sonra kendi rizalari ile musluman olan osmanliya katildilar ismi turkiye olmus olsa asla katilmazlardi dinsiz bir devlet olsa asla katilmazlardi dilide turkce olsa yine asla katilmazlardi osmanli cok farkliydi keske hala osmanli olmus olsaydi o zaman ne savas olucakti ne kavga simdi icinizden gelen kufurleri siralayin bana cunku biliyorumki sizler kurdlere kan kusuyosunuz yeni dogmus bir bebegi bile sirf kurd oldugu icin oldurebilicek igrenclikte insanlarsiniz sizler cunku yureginizde acima hissi yok Allah almis onu sizden cunku sizler kurdleri insan olarak bile gormuyosunuz kaldiki Allah katinda herkes essittir ama sizler irkci fasist siniz hadi durmayin elinize bir silah alin ve butun kurdleri oldurun coluk cocuk bebek kadin yasli demeden onlar insan degil cunki onlari Allah yaratmadi cunku siz turksunuz ya cennete gidiceksiniz dimi ?? hadi benden bu kadar yemin ediyorum bir dahada bir tek kelime yazmiycam cunku biliyorumki sizin gibi vahsiler herzaman olucak vahsisiniz cunku kalbiniz yok cunku acimassiniz peygamber efendimizin o insanligi birgun yolda sahabeleri ile yururken kafirler tas atip peygamber efendimizin dislerini kirmislar ve mubarek dislerinden kan gelmis sahabeleride efendimiz bir beddua edinde bunlar perisan olsunlar demisler peygamber efendimizde hayir Allah onlari islah etsin demis siz ve sizin gibilerde vicdan yok kaldiki musluman bir insan asla baskalarina dusman olmaz silahiniz varsa gidinde kurd halkini oldurun ama unutmayinki yaptiklarinizin hesabini obur dunyada vericeksiniz !!!!!<br /><br /><u>suat</u><br />Feb 20.05<br /><br />ya vatansever ve barbaros okuyun ogrenin<br /><br />vatansever gel bakalim simdi sorucaklara cevap ver bana lagaluga yapma ok !!<br /><br />1- Gercek turkler orta asyada yasarlar ve cekik gozlulerdir ve dilleri bugun senin turkce dedigin dilde degildir zeka ozurlusun nedenmi turkce dedigin dil icersinde arabca farsca ingilizce osmanlica ve turkce dedigin dildende vardir senin dilin karman corman o yuzden senin atan turk dil kurumunu kurdu cunku turkce turkce degildi<br /><br />2- sen Anadoluya 1071 malazgirt meydan muharebesinden sonra geldin sen oraya gelmeden once anadoluda cesit cesit insanlar yasiyodu lazlar kurdler ve onlar gibi 10 larca etkin gurup bunuda o bos olan kafana yerlestir anladinmi senin turkluk ilede hic bi alakan yok gozlerin cekik bile degil bi kere at sutu de icmiyosun gercek turkler muslumanda degillerdi bana aptal aptal yaklasimlarda bulunma senin soyun kim bilir nerden goc edip geldi anadoluya yada kim bilir hangi milletten insanlardan olustu senin sulalen git dna testi yaptir bakim bide orta asyadaki turklerin dna sini al karsilastir bakalim dna larinda turk dna si buluncakmi acaba turkmus hadi ordan !<br /><br />3- ASIL SEN SIKTIR GIT hngi kani tasiyosan o topraklara gelip artistik yapma bana gozlerin bile cekik degil gercek turkler kirgizlardir turkmenlerdir kaldiki onlar hala orta asyada yasiyolar gitte dis gorunumlerine bak seninle bi alakalari varmi salak seni<br /><br />4-) Osmanli zaten turk degildi osmanlida kimse ben turkum kurdum lazim diyemezdi yasakti osmanli vardi turk olmus olsalar ulkenin ismini sizin yaptiniz gibi fasist soylemler ile turkiye koyarlardi ama osmanli irkci fasist degildi<br /><br />5-) NE MUTLU MUSLUMANIM DIYENE senin atanin buldugu bi fasist soylem daha ne mutlu turkum diyeneymis git sor bakim sokaktaki insanlara kim mutlu hepsinin karni ac senin kicin rahat sanirim o yuzden irkci soylemlerde bulunuyosun mutlu bile degilsin onuda biliyorum ama iste senin turk olmayan atan cikip ne mutlu turkum diyene diyerek sizin gibi aptallari kandirmis diktatorluk duzenlerinde oldugu gibi daha ilkokul cocuklarina zorla sabahin korunde turkum dogruyum caliskanim diye marslar okutuyosunuz bugun bak bakalim turk toplumu dedigin toplum duzenine hirsizlik her turlu igrenclik var ve bunlari yapanlarda senin milletin bunlarda cikip ne mutlu turkum diyene diyolar zaten once insan ol barbar sana bise demiyorum zaten isminden belli diye demistim barbar os iyi isim vermisler sana yakismis<br />6-) senin atan latin alfabelerini almadimi ?? sonrada turkce diyosun turk alfabesimi o latin alfabesimi cook komiksin sen yaaaa hahahaa adamlarin alfabesi bile latin sonrada cikmis otuyo ya yeryuzunde senin kullandigin bu dili bitek tr denen yer konusuyo hic bir gecerliligi olmayan bir dil hic bir ozelligi olmayan bir dil siz gidinde turk dil kurumuna yardimci olun otobus un turkcesi cok oturgacli inengecli binengecli goturgec hahaha dile bak beee ne dilmis bu :) son olarak su alttaki yaziyi oku bakim kimlerin soyu nerden geliyo ogren sonra turkum diye konusma<br />Kurucusunun adýný (Osman) alan Osmanlý devletinin külleri üzerinde kurulan TC, kiþi adýný almadý ama, kurucusunun ýrkçý ve askeri "ilke ile inkýlaplarý" üzerinde temellendi. Bulgar, Arnavut, Sýrp, Kürt, Ermeni, Arap dönek ve dönmelerle devþirmeler, "demokratik" dönemler dahil TC'nin gerçek egemenleri oldular.<br /><br />�?ktidarýn kayýtsýz þartsýz efendisiydi askerler. O nedenle, seçimler her dönemde göstermelikti. Askeri iktidarýn baský üslubunu da, deðiþen Genelkurmay baþkanlarý belirliyordu.<br /><br />Egemenliðin, "babadan oðula" yerine, "sýrasý gelene geçme" biçiminde deðiþime uðradýðý sistem, ýrkçýlýðý nedeniyle, Osmanlý hanedanlýðýndan daha geri ve daha baskýcýydý. Yönetenler, aþaðýlýk kompleksi hastalýðýndan muzdaripti. Çünkü dönek ve devþirmeydiler. "Asýl"dan üstün görünmek için korku toplumsal korku þýrýnða ediyor, terörist kesiliyor, kýyýcý oluyorlardý.<br /><br />Bir Sýrp ailenin kaçýrýlmýþ çocuðu olan Sokullu Mehmet Paþa, Osmanli'nin en gaddar Sadrazamlarýndan biriydi. Kendi halkýna yaptýðý zulüm ise unutulmazdý.<br /><br />TC'de Cumhurbaþkaný da olan Cemal Gürsel, dönmesel kompleksle, kendi halkýný aþaðý görüyor ve "size Kürt diyenin yüzüne tükürün" diyordu.<br /><br />Ermeni ve Kürt soykýrýmlarýnýn artýðý çocuklar, askeri okullarda yetiþtirilerek kullanýlmadý mý? 1970'lere kadarki generallerden hangisinin hangi kökten olduðunu kim biliyordu? Ama gaddarlýklarý biliniyor.<br /><br />1969 yilinda, K�rtlere karsi baslatilan "Komando harekati"nin y�neticilerinden general Zeki ilter, Aðrý'nýn Eleskirt ilcesinin Hasankale k�y�ndendi. Jandarma genel komutanlýðý, Savunma Bakanlýðý müsteþarlýðý da yaptý. Köyde yasayan kardesi, onun halkina reva g�rd�kleri anlatildiginda, utancindan basini egiyordu.<br /><br />T�rkleri, gercek anlamda T�rkler de y�netmedi. T�rklere karþý Türk ýrkçýlýðý yapan en büyük "Türk"ün köklerini araþtýrmak için Kýbrýs'a gitmiþtim bir zamanlar. �?zlerinin üzerinde külleri þöyle üflediðimde, "Türk" deðil, Lübnan "Maroni"si bir kimlik çýkývermiþti karþýma.<br /><br />Kürtlere kimlik, kiþilik deðiþtirme üzerinde teslimiyetle, kölelik arasýnda seçenek sunan, �?onya'nýn, Rum Puntos ülkesinin sarýþýn delikanlýsý Oktay Ekþi mi Türk þimdi?<br /><br />Irkçýlýk temeli üstünde kurulan TC'nin egemenleri, yerlerini korumak için bu insanlýk suçunu körüklediler. Çünkü, "iç düþman ve dýþ düþman" diyerek, kendilerini koruyucu, kurtarýcý yerine koymalarý gerekiyordu. Baþka türlü varlýk nedenleri olamazdý. Kürt Türk düþmanlýðý da, özel çýkarlarý için iþledikleri insanlýk cinayetinin sonucuydu.<br /><br />Eðer, Türk ýrkçýlýðýný devreden çýkarýp Kürtlerle �?onlularýn, Roma-Bizansýn, Ermenilerin çocuklarý kardeþçe bir arada govende, horon ve sirtakiye dursaydý, Kürt zilfetiyle, Ermeni pastýrmasýný, Rum pilakisini, Laz, Puntos yemeklerini bir arada yiyebilseydi, onlarýn kurtarýcýlýðý boþa çýkardý.<br /><br />Halký soyarak, sýrtýna binerek geçinmeleri için halklarýn düþmanlýðý kaçýnýlmazdý. Bu ihtiyaçlarý için düþmanlýklarý körüklüyorlardý. Daha dün Ege'de, Akdeniz, Kara Deniz' de Kürtlerin evlerini, iþyerlerini yaðmaladýlar, bebeklerin mamasýný çaldýlar. Kürtlerin cenazelerini mezarlýklara almadýlar. Bütün bunlar, "ben devletim" diyen çeteler eliyle yürütüldü. Dün Maraþ'da, Sivas ve Çorum'da, yakýn geçmiþte, geçmiþte �?stanbul'un yaðmasýnda olduðu gibi tutulmuþa damlarý kullandýlar.<br /><br />"Devlet" denilen çeteler eliyle ýrkçýlýk yapýlmasaydý, Oktay Ekþi ile benzeri dönme, dönek ve devþirme kýþkýrtýcýlara, tetikçilere insanlýk cinayeti iþleme iþi düþmez, aç kalýrlardý.<br /><br />TC, ýrkçýlýk suçu iþleye iþleye dünyanýn dilencisi, çýngýraklý kurdu olmadý mý? Irkçý vandallýkla Kürtleri üretimden kopardýklarý için herkes açlýk çekiyor mu bugün?<br /><br />Rumlarý sürdükten sonra, kültürel vandallýk çukuruna düþmediler mi? Ermeni soykýrýmýndan sonra, yapý ustasý bile bulamadýlar.<br /><br />Bugün, Ermeniler kötü, ama Kayseri'nin Aðýrnaslý köyünden Mimar Sinan iyi ve "Türk" onlarýn dilinde. Dünyaya "bak medeniyiz" diyerek Sinan'ýn eserlerini gösteriyorlar. Kürt "yok" kültürü yasak, ama bir Kürt olan Mustafa Erdoðan'a folklorundan bir demet yaparak, "Sultanlarýn dansý" adý altýnda, Avrupalýlara "bakýn kültürümüz de var" gösterisine çýkýyorlar.<br /><br />Dönek ve devþirmeler ýrkçýlýðý gýda yaptýðý sürece, insanlýk inleyecektir anlaþýlan. Barýþ ve kardeþlik, suda yanmaya devam eden ateþ olarak kalacaktýr.<br /><br /><u>barbaros</u><br />Feb 16.05<br /><br />suat a<br /><br />suatim caným ciðerim.. bu setede tazýþan vatav sever, kadavra ve barbaros adlý þahýslarýn gözleri çoktan açýlmýþ olup tehlikeyi sezip siz kardeþlerini sürekli bu tehlikeden haberdar etmekteler ama nafile... güzel kardeþim inançlarýna gerçekten caný yürekten saygý duyuyorum ve bunun için yeminler ederim. þunu bil ki bu vatana düþman girdiðinde o þahýslarla ayný cephede olacaksýn, tabii kaçmazsan. ayný dava için savaþacaksýn "VATAN" dava budur karedeþim. bizim vatanýmýz varsa eðer müslümanýz.. biz türk sek eðer müslümanýz. vatan elden gittiðinde hiçbirimizin torunu müslüman olarak doðmayacak. iþte atatürk te bunu yaptý.. lütfen bu arkadaþlar doðru söylemekteler inandýklarý yol doðrudur, "ÖNCE VATAN SONRA MÜSLÜMANLIK" elbet hepimiz müslümanýz elhamdürillah allahýn izniyle ama bunu bu vatanda özgürce var olabildiðimiz sürece müslümanýz... arifsen eðer oynanan oyunu sezersin kardeþim. bu ülke evletlarýnýn bölünmesi ve kardeþ savaþlarý yaratýlmasý için bu ülkede türlü oyunlar oynamýþtýr.. iþte þu anda yahudilerin oynadýðý oyun budur, ayný daha öncekilerde olduðu gibi. ÖCE VATAN KARDE�?�?M istersen allaha inan istersen þeytana,istersen atayý sevme ve ona ajan de.. ama ne olura olsun kendi türk kardeþlerinle mutlaka o cephede ayný tastan suyu içeceksin savaþ olduðunda. iþte neye inanýrsan inan VATANIN B�?RL�?�?�? ne inaman dileklerimle ariflik ve melamilik yolunda ilerlemeni caný yürekten temenni ederim...<br /><br /><u>bozkurt</u><br /><br />suat, osmanlý imparatorluðu ile övünmekle ve atalarýnýn orada son bulduðuna inanmakla haklýsýn arkadaþým. çünkü tarihi hala bu vatan evlatlarýna yanlýþ aksettirmekteler... okullarda hala ittihat ve terakki cemiyetini övmekteler...<br /><br />1- osmanlý imparatorluðu 31 mart vakasýyla yýkýlmaya yüz tutmuþtur..<br /><br />2- 31 mart vakasý ný hazýrlayanlar o zamanýn jöntürkleridir.<br /><br />3- jöntürkler dediðimiz þerefsiz takýmý,ittihat ve terakki cemiyetinin kurucularýdýr, ve hepsi masondur.<br /><br />5-masonluk seninde bildiðin üzere yahudilerin kulübüdür.<br /><br />6-atatürk aptülhamitle çok sýký sýrlarý paylaþmaktalardý ve aptülhamit israil devletinin kurulmasýný 35 yýl geciktirebilen çok deðerli bir padiþahýmýzdýr..<br /><br />7-yahudiler aptülhamit padiþahýmýza Osmanlý dýþ borçlarýný kapatmak üzere israilde bir yahudi tapraklarýný vermesini teklif etmiþlerdir. Ama padiþahýmýz bunu kabul etmemiþtir.<br /><br />8-yahudilerin israil devletini kurabilmeleri için aptülhamit padiþahýmýzý tahtýndan indirmekten baþka çareleri kalmamýþtý.<br /><br />9-osmanlý nasýl yýkýlýrdý… iþte o zamanýn aklý bir karýþ havada aydýn toplumunu Osmanlýya ayaklanma yollarýný armaya baþladýlar ve bir cemiyete ihtiyaçlarý vardý. Bunun adý ittihat ve terakki cemiyetidir.<br /><br />10- bu cemiyet atatürke çok tekliflerde bulundu dostum. Aç bak tarihe Atatürk bunlarýn niyetini anlayarak aptülhamidin izniyle karþý bir cemiyet olan kuvvai milliyeyi daha o an aklýna koymuþtu.<br /><br />11- Osmanlý imparatorluðu artýk masonlarýn kuklasý haline geldi ve her kilit noktasýnda mason bulunmaktaydý.<br /><br />12- ve istanbulda binlerce türkün öldürüldüðü o 31 mart vakasý patladý dostum.<br /><br />13- ve son … Osmanlý bu darbeye dayanamadý. Daðýldý.. bu son tokattý.<br /><br />14- Atatürk o cemiyetin içinde olmadýðý için istanbulu terk etmek zorundaydý, kaçmalýydý, çünkü bu vatan için elini kýpýrdatacak insanlar yahudinin kuklasý olmuþlardý. Omanlýyý deviren ahmak aydýn Türkleri oldu kardeþim, hepside masondu ve hepside yahudinin uþaðýydý.<br /><br />15- vatanýn ondan baþka düþüneni kalmadýðýný anladý atattürk ve yunanýn izmire çýkmasýyla istanbuldan kaçmasý gerektiði kesinleþti.<br /><br />16- o ahmak Türklerin hepside Osmanlýya verdikleri zararýn farkýnda deðillerdi ve tarihe bak kardeþim hepside vijdanlarýyla baþ baþa kalýp, piþman oldular…<br />-atatürk atam olduðu için deðil.. o yiybir insandý kardeþim.<br />- o belki senin tam anlamýyla istediðin gibi Müslümanlýðý yaratmadý ama o tam bir vatanseverdi.<br />-o Müslümanlýðý medenileþtirmek istedi, temende ,tarablurta, diðer Müslüman kentlerde çýkan savaþlarýn cahil Müslümanlardan dolayý olduðunu çoktan anlamýþtý. Müslümanlýk cübbe sarýk , baþ örtüsünde deðil dostum o yürektedir.<br />--- ama ne yazýkki Atatürk ü de Yahudiler öldürdü,,,,<br />sebebide çok açik ….<br />17,02,2005<br /></b><div class="blogger-post-footer">bu sayfadaki bilgiler, bilinmeyenler, duyulmayanlardir.</div>mimhttp://www.blogger.com/profile/07215388154701650816noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-13244810.post-1121614943856903572005-07-17T18:41:00.000+03:002006-04-25T20:27:04.336+03:005. ZiYA GÖKALP KÜRT IRKCISI iDi..mesela diyarbakýr ermenilerinden, doðuda kürtçülük yaptigi için "kürt ziya" lakabiyla meshur olan Ziya Gökalp , nasil olduda MHP'nin bile parti tüzügüne fikirleri girecek kadar Türkçü oldu?<div class="blogger-post-footer">bu sayfadaki bilgiler, bilinmeyenler, duyulmayanlardir.</div>mimhttp://www.blogger.com/profile/07215388154701650816noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-13244810.post-1121613605741786002005-07-17T18:18:00.000+03:002006-04-25T20:45:37.283+03:006. KEMALiZM´ in CiRKiN YÜZÜG i r i s<br /><br />Önsöz<br /><br />Asagidaki ciddi iddialari; Atatürk´ü koruma kanunlari ile yasaklama ve cezalandirma hicbir fayda getirmemistir. Bilakis bu suclamalar git-gide daha da artmis ve hatta bu kanunlar aksi tesirlerini de göstermeye baslamislardir. Atatürk´e karsi bir kinin varligindan da bahsetmek gercek disi da olmasa gerek. Bu demektir ki, bu yasaklama kanunlarinin derhal ortadan kaldirilmalari gerekir. Atatürk´ü koruma kanunlari adi altindaki kanunlar, cag disi kanunlardir ve hicbir kimse veya kurulus icin dünya tarihinde böyle bir sacma kanun yoktur. Hem Atatürk´ün bu gibi koruma kanunlarina da ihtiyaci yoktur. Hem yasaklarla ve cezalarla bir insan savunulamaz.<br />Cumhuriyetle ilgili olmayan bu saldirilarin sadece Atatürk´e yöneltilmis oldugu da kesindir. Atatürk´e yapilan bu saldirilarin, Cumhuriyete yapilan saldirilar olarak gösterilmeleri de yanlistir.<br />Saldirilari ve bunlara verilen cevaplari ham olarak toplayip, sizlere sunmayi dogru buluyorum.<br />Bu arada Atatürk´ü savunma bilinc ve materyallerinden yoksun olan Atatürkcülerin terbiyesizce küfürlere bas vurduklarini tespit etmek beni de üzdü.<br />Eger Atatürk´ü savunabilecek bilgi ve yeteneginiz yoksa, küfürlere basvurarak, "Atatürkcüler cahil insanlardir" ön yargisinin olusmasini da desteklemeyiniz.<br /><br />MiM<br /><br />iddialar<br /><br />Kemalizmin çirkin yüzü<br /><br />KEMALIZMIN CIRKIN YUZU...<br /><br />Bilindigi gibi Kemalizm 1920li 30lu yillarin dunyayi kavuran diktatörlük, ilkel akimlarindan esinlenerek olusturulup Turkiye'nin basina bela edilmis bir illetdir. Gidasi kan, teror, baski ve hukuksuzluktur. Kemalizm'in kurucusu M. Kemal'in "kanla yapilan devrimler daha saglam olur" ve ".. bazi kelleler kesilecek..." gibi sozleri Kemalizm'in gercek yüzünü gostermek icin yeterlidir.<br /><br />Kemalizmin en cok korktugu seylerin basinda insan haklari ve hukuk gelir. Kemalizm'in ilk yillarinda sokaktan toplatilan cellatlar Istiklal Mahkemleri'ne uye yapilarak toplu hukuk ve insan cinayetlerine imza attirilmistir. Insanlarin kendilerini savunmasina müsaade edilmez, hatta idamla yargilanan insanlar icin "sanigin idamina ve sahitlerin sonradan dinlenmesine..." ibarelerinin düsmesi Kemalizm'in bir hukuk canisi oldugunu gosterir.<br /><br />Aklimiza soyle bir fikir gelebilir :<br />"Tamam, o zamanlar dünyanin genelinde boyle baskici rejimler vardi, fakat artik 21.inci yuzyila girdik, artik Kemalizm de hukuka saygili hale geldi." Cevabim, HAYIR, Kemalizm gün gectikce hukuktan dahada uzaklasmistir. Insan haklari ihlallerinde Kemalizm rejimi birinci sirayi en ilkel toplumlara(sayet varsa dunya yuzunde) bile verme niyetinde degil. Rejim tarafindan islenen siyasi cinayetlerin haddi ve hesabi yok. Faili mechullerin altinda rejimin kanli parmak izleri var. Yani 2000 degil 3000'e dahi gelsek Kemalizm'in hukuka yanasmasi dusunulemez. Hukuku kendisine muhalif goren bir zihniyetin hukukla barismasi dusunulemez. Yarasalarin aydinliktan cekindigi gibi Kemalist zihniyet de hukuktan cekinir. Onun icin hicbir zaman hukukun iyilestirilmesi, halkin refahi icin kanun cikarilmaz, demokrasiye gecilmez. Kemalizm ve diger ilkel -izmlerde demokrasilere balans ayari halkin iradesini temsil eden Millet Meclislerinde degil bir avuc ****aci tarafindan tanklarla yapilir. Meclis'in duvarinda "Egemenlik Kayitsiz Sartsiz Milletindir" ibaresinin hicbir manasi yoktur, cunku kanunlar hep Kemalist zihniyetin savunucusu ordu tarafindan yapilmistir. 2005'e aylar kala bile Kemalist rejimin Anayasasi, 1920lerin diktatör kemalist dusunceye dayanmakta ve 12 Eylul askeri darbenin ürünüdür. Milletin iradesini temsil eden Millet Meclisini feshedip silah süngüsüyle milleti hizaya getiren ve silah kullanmaktan, Kemalizmin ilkel ilkelerin papagan gibi saymaktan baska hicbir kabiliyeti olmayan ****a bozuntularinin getirdigi ilkel kanunlarla Kemalizmi yasatmaya calisiyorlar.<br /><br />Bir kac yil önce (1999) insan hak ve özgürlüklerini prangalayan 312 nolu ilkel kanunun degistirilmesi icin yapilan calismalara kemalist kafalar asiri derecede muhalefet etmeleri bu kafalarin ayarlanmasi gerektigini gösteriyor. Kemalist zihniyetin temsilcisi Baþsavci Vural Savas'in bu maddeyi kaldirmanin vatana ihanet oldugunu ilan etmesi (ayni kafalarin bir baska versiyonlari ayni iddialari savuna gelmislerdir) ve "Elimizde kala kala 312. madde kaldi" diye yakinmasi Kemalizm'in bel bagladigi ilkel ve cagdiþi ilkelere olan sevgilerini gosteriyor.<br /><br />Laðim farelerinin laðim disinda yasamalarina itiraz etmeleri gibi, ilkel yosunlu kemalistler de insan haklarina saygili bir hukukla yönetilmeyi istemezler. Millet bunun farkindadir. Ve vicdanli her vatandas bu ilkel zihniyetin iktidardan uzaklastirilmasi icin mucadele etmekte ve etmelidir. Bu ortacag ilkel zihniyeti Turkiye'nin sirtina kene gibi yapiþik kaldigi muddetce Turkiye'nin ilerlemesi, caðdaþlasmasi mumkun deðildir.<br /><br />Tolga<br />Oct 22, 2004<br /><br />Halka kan kusturan zihniyet : Kemalizm<br /><br />KEMALIZM YIKILMALIDIR...<br /><br />Kemalizm, kim ne derse desin, bir diktatorluk seklidir. Tepeden inmeci, totaliter bir yapilanmadir. Kemalizm'de halk hic olmamis olmayacaktir da. Halka ragmen halk icin zihniyetidir. Halktan korkan, cekinen bir liderin onderliginde plansiz, programsiz, zamanla ortaya cikmi bir izm'dir.<br /><br />Kazim Karabekir ve bir grup liberal arkadasi tarafindan kurulan ve icinde "Cumhuriyet" kavrami tasiyan partiden sonra M. Kemal'in kurdudugu halktan kopuk "Halk Partisi" nin basina da "cumhuriyet" kelimesi getirilerek "Cumhuriyet Halk Partisi" olur. Karabekir'in kurdugu partinin omru cok kisa surmus, kapatilma gerekcesi ise "mutedeyin insanlara sicak yaklasim" sergilemesinden dolayi halkin tevecuhu'ne mazhar olmasidir. Kemalizm'in lider kadrosu, halktan korktuklari gibi halkin tevecuh ettigi tum kisi ve kurumlardan da korkuyordu. Parti kapatildi, kuruculari kimisi idama, kimisi surgune kimisi hapis hayatina carptirildi. Derken M. Kemal "cok partili yonetim manzarasi cizmek icin kendi tarafindan tuzugu yazdirilan, parti baskani ve uyeleri kendi tarafindan atanan bir baska parti" kurar. CHP ve Kemalizm diktatoryasindan bikan, nefret eden halk o partiye kostu. Hatta, "muhalif" parti liderinin Izmir gezisi sirasinda yaptigi bir konusma esnasinda sicaktan dolayi fotr sapkasini cikarmasi uzaktan sesini duymayan halk tarafindan "atin su pis serpusu" seklinde algilanmis ve halk kendisine zorla pahali bir sekilde satilan sapkalarini cikarip ayak altinda ezmistir. Kucuk yastaki oglu Kemalizm rejimi tarafindan oldurulen bir baba oglunun cesedini kucagina alip "muhalif lider"in onune gelir: "Daha ne kadar kurban istiyorsunuz, alin, yeter ki bizi bu zulmden kurtar" diyerek aglamis ve oglunu onun onune atmistir. Cok kisa bir sure sonra M. Kemal tarafindan kurulan bu parti de "halkin teveccuhune mazhar" oldugundan kapatilir.<br /><br />Kemalizm, muhalefete tahammulu olmayan bir diktatorluktur. M. Kemal de bir diktatordu. Bu gercegi M. Kemal'in en yakin arkadasi F. Rifki da itiraf ediyor "Cankaya" adli kitabinda. M. Kemal'e gore halk ne yapacagini bilmeyen, egitilmesi gereken bir yigindi. Hep halkla kavgali oldu, kavgali öldü. ölüsü dahi halkla kavgalidir hala. Kendisinden sonra gelen "diktatorler" de ayni yolu izlediler. Halka zulum, halka pislik yedirme bunlarin en buyuk siarleri olmustu. 1950'de halkin silkinisi oldu. Fakat kadro yetersizliginden ve Adnan Menderes'in yeterince cesaret sahibi olmayisindan halk icin yeterince bir sey yapilamadi. Cogunluk Demokrat Parti'de olmasina ragmen ipler halktan kopuk CHP'nin elindeydi. DP, kokusmus CHP zihniyetini halka hizmetkar durumuna getiremedigi icin bu kokusmus zihniyet DP'nin korkakligini firsat bilerek bunlari alasagi ettiler. Her on senede bir darbe, muhtira ile zamanimiza kadar gelen halktan kopuk bu zihniyet nihayet hakettigi cezayi pek kisa bir zaman sonra alacaktir. Bir veba, bir AIDS gibi insana musallat olan bu Kemalizm hastaligi ortadan kaldirilmadigi muddetce Turkiye halkinin sefaleti devam edecektir. Turkiye'nin dertlerine devanin basi bu hastaligin yok edilmesidir. Aksi halde bosa kurek cekmek olur.<br /><br />burak<br />Oct 21, 2004<br /><br />m kemal in gercek yuzu<br />haa bide su mustafa sahisli adamin bi kac hikayesini anlatim beynimize ilkokul yillarinda zorla kazidiklari hikayeler eh ancak aklimiz basimiza gelince sacma olduklarini anladik :)<br />ataturk soy isme bak turklerin atasi yani bu sahsiyet bir kisiden bahs ediyoruz utanmadan butun milletin atasi benim diyebilmis bi herif ve adam alkolik biriydi alkolden oldu gitti asiri derecede alkol iciyodu sunuda soylim alkolik insanlarin kafalari iyi calismaz haa su hikayeler oraya gelelim simdi mustafa okula gider birgun hocasi derki oglum senin isminde mustafa benim ismimde mustafa boyle olmuyo bu isimlerimiz karisiyo senin ismin bundan sonra mustafa kemal olsun aha boylece mustafa bundan sonra mustafa kemal olarak devam eder<br />yasantisina birde mustafa nin dedesinin ismini yada anneannesinin ismini dunyada birtek bilen insan bile yoktur nedense :) hadi biri ciksinda bana desinki bizim sevgili atamizin dedesinin yada anneannesinin babaannesinin ismi suydu desin diyemezler cunku bilinmiyo bilende bi mustafaydi gercek ismide oz nooktali o mustafa oz mustafa olmasaymis biz olmazmisiz :) komedinin en buyugu bu zaten biz olmazmisiz simdi bakalim tarihe arkadaslar anadolu halki mustafadan once napmis topraklarina saldiranlara canla basla savasmis bir karis toprak vermemek icin yani mustafadan once oturmamislar allah ataturkun olmasi lazim yoksa biz boyle otururuz oturup bekliyelim o olmadan biz bise yapamayiz dememisler savunmuslar savasmislar canlarini feda etmisler anadolu icin mustafa olmamis olsaydi buyuk ihtimal lider maresal fevzi cakmak olucaktiki onun kafasi alkolik ataturkden cok daha fazla calisiyodu<br />ataturku oraya getirenler o zamanki ordu icersindeki masonlardi ve yahudilerden almis oldugu guctu iste mustafa boyle biriydi sabahin korunde oldugu icin saat sabah 5 civarlarinda o saate kimse kalkip saygi durusunda duramiyca icin saat 9 u 5 geceye alindi eh saat 9 olmaz dimi :) 9 u 5 gece tam insanlarin ise basladiklari ogrencilerin okullara gittikleri vakit zorla insanlara saygi durusunda durucaksiniz derlerdi ve zorla bize hic bise anlamadigimiz o nutku dinletirlerdi<br />mustafanin yasami safsataydi zaten filistin cephesinden kacmasi ve oralari ingilizlere vermesi onun ne tur bi ajan oldugunun kanitlarindan biridir sonra geldi ulkenin basina dipcik zoru ile askerdi zaten elinde silah vardi inanan insanlarin kafalarini kestirdi katletti istiklal mahkemelerinde sapka kanunu cikardi mezarliklardaki sarikli mezar taslarini kirdirtti bugun sapka takmamak suctur ama bu ataturkcuyum diye gecinen safsata takimi nedense sapka takip disari cikmazlar :) sapka kanunun tek amaci inanan insanlarin baslarindaki bas ortulerini cikartmakti onlari acik sacik bi hale sokmak avrupali yapicak ya mustafa anadolu halkini tam bi diktator edasi ile davrandi halka onu halkdan kimler mi seviyodu yahudiler hristiyanlar ermeniler ve avrupa en buyuk sevgiyi de ingilizler ve yahudiler gosteriyodu oldukten sonra cenazesine getirilenler silah zoru ile getirilen insanlardi neymis efendim saat 9 u bes gece atalari dolma bahcede gozlerini kapamis butun dunya aglamis :) yalana bak butun dunya aglamis mis anadolu halkindan musluman olan kimsenin agladigini sanmiyorum halifeligi kaldirdi kadinlar artik acik sacik gezmek zorundaydi atalari oyle istiyodu tam bir diktator gibi tl nin ustune sadece kendi resmini koydurttu oysa dunyaya bi bakin ne avrupada ne americada boyle bi diktatorluk rejimi yoktu avrupa ve americada her para da 1 10 100 gibi degisik liderlerin resimleri vardir ama tl de sadece ataturk mavi gozlu sari sacli selanikten gocme biri adamin turklere benzer bi yanida yok yani beyaz tenli mavi gozlu sari sacli tam bi ingiliz tipi varmis mustafada mustafa gelir gelmez ayasofya yi da cami den muzeye donusturmustur bu basit bi olay degildi bu bir hediyeydi bu iste ben islami boyle degistiririm gibisinden bi semboldu laiklik fransiz devriminde ortaya cikmis kilisenin devlet islerine karismamsi icin cikarilmis bi oge bunu alip laik devlet degilde laik millet e donusturdu adama soruyosun bu ataturkculerden bahs ediyorum ben laik bi insanim diyo laikmis :) yani dini kendisinden soyutluyo herif eee laiklik din ve devlet arasinda olduguna gore bunu bireye gore yorumlarsan cikan sonuc dinsiz birey oluyo zaten bunlarda bunu soylerken gurur duyuyolar :) eh Allah inanci yokki oldukca normal ataturk bos adam olmasa karga kovalamazdi zaten :) karga kovalamismis vah vahhh vatani kargalardanda kurtarmis da bizim haberimiz yok hep ayni hikaye dedesi kim o bile bilinmiyo ataturk olmasaymis bizim gibi dusunenler yasamiycakmis mis olmuycakmis mis mis vah vah vah :) ataturk olmasa suan ulke bu sefalet de olmazdi bu 1 mustafa olmamis olsa osmanli hala yasiyo olucakti isminden bile korkuyodu avrupa butun dunya bu iki halifelik hala olmus olucakti musluman halk boyle iskence zulum gormuycekti bu 3 ataturk olmamis olsa insanlar istedikleri gibi inanclarini hur ve ozgurce yasiycakti bu 4 bu heriflerin en buyuk korkusu su zaten mustafa geldi ya kadinlari kizlari acti sacti mini mini etekler giydirdi hirsizlik cikti alkolik insanlar turedi milyonlarca insan alkol iciyo suanda onun sayesinde ataturk buyuk insanmis ne yapmis ??? fizikcimiydi bilim adamimiydi buyuk adam o kadar zeki ise neden isvicreden medeni kanunu fransizlardan laikligi ve latin lerden latin alfabesini aldi ?? o kadar zeki biri ise kendisi yapsaydi ya butun bunlari sizin gibiler beyinleri yikanmis sahislar yada Allah a inanci olmayan insanlar zaten ataturku sevenlerin buyuk bolumu ickici kumarci zinaci hirsiz kesim daha yazicak cok seyler var aslinda onlarida baska zaman yazarim insallah<br /><br />burak<br />Oct 18, 2004<br /><br />m kemal hakkinda<br /><br />yazilanlari okudumda bunca kisi icinde 3 kisi savunmus ataturk u onlarda hala ilkokulda soylenenlerin etkisinde kalmislar besbelli hehehe Allah acil sifalar versin bi an once o 3 kisiyede<br />bu site baya enteresanima gitti<br />http://www.jewwatch.com/jew-leaders-folder.html<br />yani yabanci bi site sasirdim acikcasi bide yok ataturk olmasaymis biz olmazmisiz daa bilmem ne de sacmaliga bakkkkkkk hahahahaa ya akilli olun big bang olmasaydi siz ataturkculerde olmuycaktiniz :) simdi sizin gibi ataturkculer darwin in evrim teorisinide savunan tiplerdir :) bakin maymunlar olmamis olsa siz yine olmuycaktiniz hadi bunlari gecelim osmanli goc edip anadoluya gelmeseydi sizin gibiler veya istanbullu iseniz osmanli istanbulu almamis olsaydi sizin gibiler yine olmuycakti bana o tur sacma ornekler gostermeyin yok olmasaymisda siz olmazdiniz da biz olmazdik baska bise olurdu sen anadolu halkini salakmi saniyosun yani ataturk olmasaydi anadolu halki oyle oturucakti da gelin ulkemizi alinmi dicekti yillarca savasmis bi millet yillarca topragini savanmus bi millet ataturk denen sahis olmadan oncede savunuyolardi o topraklari sizin gibi zeka seviyesi dusuk insanlar zaten ancak bi ulkeyi bir kisi kurtardi diyebilir<br /><br />Tunabey<br />12, 2004<div class="blogger-post-footer">bu sayfadaki bilgiler, bilinmeyenler, duyulmayanlardir.</div>mimhttp://www.blogger.com/profile/07215388154701650816noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-13244810.post-1121613428535437932005-07-17T18:16:00.000+03:002007-01-24T18:55:48.637+02:007. iDDIA: ATATÜRKCÜLÜK ve KEMALiZM DÖKÜLÜYOR MU ?G i r i s<br /><br />Önsöz<br /><br />Asagidaki ciddi iddialari; Atatürk´ü koruma kanunlari ile yasaklama ve cezalandirma hicbir fayda getirmemistir. Bilakis bu suclamalar git-gide daha da artmis ve hatta bu kanunlar aksi tesirlerini de göstermeye baslamislardir. Atatürk´e karsi bir kinin varligindan da bahsetmek gercek disi da olmasa gerek. Bu demektir ki, bu yasaklama kanunlarinin derhal ortadan kaldirilmalari gerekir. Atatürk´ü koruma kanunlari adi altindaki kanunlar, cag disi kanunlardir ve hicbir kimse veya kurulus icin dünya tarihinde böyle bir sacma kanun yoktur. Hem Atatürk´ün bu gibi koruma kanunlarina da ihtiyaci yoktur. Hem yasaklarla ve cezalarla bir insan savunulamaz.<br />Cumhuriyetle ilgili olmayan bu saldirilarin sadece Atatürk´e yöneltilmis oldugu da kesindir. Atatürk´e yapilan bu saldirilarin, Cumhuriyete yapilan saldirilar olarak gösterilmeleri de yanlistir.<br />Saldirilari ve bunlara verilen cevaplari ham olarak toplayip, sizlere sunmayi dogru buluyorum.<br />Bu arada Atatürk´ü savunma bilinc ve materyallerinden yoksun olan Atatürkcülerin terbiyesizce küfürlere bas vurduklarini tespit etmek beni de üzdü.<br />Eger Atatürk´ü savunabilecek bilgi ve yeteneginiz yoksa, küfürlere basvurarak, "Atatürkcüler cahil insanlardir" ön yargisinin olusmasini da desteklemeyiniz.<br /><br />MiM<br /><br />iddialar<br /><br />kemalizmin dökümü<br /><br />ARKADASLAR kemalist rejim yikmak için çabalamayalim zaten yikilacak.ALLAH cc ne diyor<br />insanlar din ve devlet islerini biribirinden ayirdilar, nihayet hepsi bize döneceklerdir.<br />ENBiYA,93<br />Allahin bize farz kildigi hukuk seriattidir.ALLAH´in hukukudur bozulamaz tüm müslümanlara farzdir.<br />TUvaletten çýkma kemalizm rejimi hariç.gücünü siyonizm den alir.demokrasiyi islerine gelmeyince küfür sayarlar.masonluga hizmet ederler.HALKIN kendi kendini yönetemez çünkü<br />Askeri ****a vardýr.demokrasi gelisince, darbe yaparlar. Darbeden sonra devleti soyarlar OYAKBANK´i kurarlar. En büyük zevkleridir.egitime el atarlar ör. YÖL meslek liselileri imam hatiplileri üniversiteye almazlar çünkü onlar ülkenin geleceðidir.onlarin hobileri laikliktir. Dillerine dolarlar. Dini, ALLAHA küfür etmeyi, farz bilirler.iste size KEMALiST, Atatürkist rejimin getirdikleri..<br />YALNIZ ALLAHINDA B�?R GETiRDiKLERi? OLACAK.LA iLA HE iLLALLAH.<br />THERE �?S NOT GOD ONLY ALLAH.<br /><br /><br />To<br />Oct 22, 2004<div class="blogger-post-footer">bu sayfadaki bilgiler, bilinmeyenler, duyulmayanlardir.</div>mimhttp://www.blogger.com/profile/07215388154701650816noreply@blogger.com