GiRiS....

1839 a kadar Türk Milletini delikanlica savas meydanlarinda durduramayan, yenemeyen barbar ve geri kalmis Batililar careyi; icimizdeki cürükleri kendi cikarlari dogrultusunda egitmekte ve kullanmakta buldular. Kullandiklari insanlara "JÖNTÜRKLER" denildi. Bunlar; Ingiliz ve Fransizlar tarafindan, Osmanliyi icten yikmak icin madden destekleniyor ve kullaniliyorlardi. JönTürkler; Türk Imparatorlugunun temel yapisina sinsi sinsi girerek, Osmanli Devletini icerden zehirledi. Tanzimat, 1. Mesrutiyet, 2. Mesrutiyet, vs..bu satilmislarin ürünü idiler. 1907 yilindan sonra ise; Osmanli imparatorlugunu kullanma ve sömürme isine Almanlar sahip ciktilar. Enver Pasa, Ingiliz ve Fransizlarin terkini ve Almanlarin kucagina oturmayi 30.000 Alman Altini karsiliginda baslatti. 1907 yilindan 1922 yilina kadar Alman sömürgesi idik. 1922 yilinda Ingiliz ve Fransizlarla yapilan gizli bir anlasma ile T.C. Devleti kuruldu ve 1943 yilina kadar Ingiliz ve Fransiz sömürgesi olarak yasadik. 1943 yilinda ABD ile yapilan anlasma ile, ABD sömürgesi yapildik. Genel Kurmayimiz, Dünyanin hicbir yerinde görülmemis olan arsivleri acmama islemini yaparak, Türk Milletinin bu satilmislik gerceklerini saklamak mi istemektedir. Evrensel hukuka göre arsivler 25 yildan fazla kapali tutulamaz. Bizim arsivlerimiz ise halen bizlerden saklanilmaktadir. Devletlerarasi yapilan anlasmalarin hepsini, bizde olmasa bile, bizimle anlasma yapan ülkelerin arsivlerinde bulmak mümkündür. iste bu dis arsivlere dayanarak, bize ögretilen TÜRK TARiHiNiN yalan oldugunu -hakli olarak- iddia edenler vardir. Bu Site deki makalelerin geneli sahsima ait degildir. Geneli alintidir. Kendime ait olanlarin altinda "mim" imzam vardir. iyi okumalar, irdelemeler ve arastirmalar dilegimle. mim

28 Ocak 2007

Derin devletin kücük adami: Veli Kücük

Kilitlenen olaylarda Veli Küçük ismi
Veli Küçük'ün adı en çok Çatlı ve Yeşil'le bağlantılı olarak konuşuldu. Danıştay'ı basan Alparslan Arslan'la fotoğrafı çıktı. Küçük'le ilgili son iddia ise, Hrant Dink cinayetiyle ilgili...
28 Ocak 2007 16:05
Yazı boyutunu büyütmek için

"Hrant Dink, 5-6 ay önce Veli Küçük tarafından birkaç kez telefonla tehdit edildiğini anlattı. O zaman biz çok üzerinde durmadık. Çünkü, yüzlerce tehdit alıyordu. Ama kendisi Veli Küçük'ün tehditlerinden, diğer tehditlere göre daha fazla tedirgin olduğunu söyledi."
Bu sözler, Hrant Dink'in avukatı Erdal Doğan'a, aşağıdakiler ise AGOS'un yazarlarından gazeteci Aydın Engin'e ait: "Şişli'de Hrant'la birlikte, üzerimize bozuk paraların atıldığı, tükürüldüğü, küfürler edilip, saldırının her çeşidinin yaşatıldığı yargılama sırasında, Küçük de Kemal Kerinçsiz ekibiyle birlikte mahkeme salonundaki yerini almıştı.
" Veli Küçük ve çevresinden gelen tehditlerin boyutunu, Hrant Dink'in kardeşi Orhan Dink de, son derece net cümlelerle şöyle anlatıyordu: "Ağabeyim, 'Küçük mahkemeye geldi ve huzurumuz kalmadı' dedi. Bu ülkenin demokrasi tarihini bilen insanlarız. Küçük'ün ne demek olduğunu da biliriz, Kerinçsiz grubunun da. Ağabeyim, 'Adres gösteriliyorum' diyordu. En ciddiye aldığı grup da Küçük'ün grubuydu. Küçük'ten doğrudan e-mail ya da telefon yoluyla tehdit gelmiş değil. Kendini devlet sanan kişilerin bu tür hatalar yapacağını düşünmek mümkün değil. Şu net ki; iki grup üzerine yoğunlaşıyordu: Küçük ve Kerinçsiz. Kimin kimi organize ettiğini bilmemiz mümkün değil. Ama Küçük, ortaya çıktığında işin ciddiyetini anladık. Küçük'ten sonra kurşun gelebilirdi ve geldi." Emekli olduktan sonra 'kızıl elma' koalisyonunun gerçekleştirdiği eylemler ve Danıştay saldırısını tertipleyenlerle ilişkisi nedeniyle gündeme gelen Veli Küçük'ün adı, şimdi de Hrant Dink'i tehdit ettiği iddiasıyla anılıyor. Küçük, hakkındaki tüm iddialar gibi Dink'i tehdit ettiği yönündeki iddiaları da reddetti. İşte Veli Küçük'e, yıllar sonra, "Devlet emir verdi ben de yaptım. Ben vatanı için kendisini feda etmiş bir insanım. Uyduruk kayduruk iddialara yanıt vermem. Hayır, bir kere ben suçlu değilim ki savunma yapayım" dedirtecek eylemleri: Çatlı ile görüşme Veli Küçük'ün görevde olduğu sırada, devlet, mafya, siyaset üçgeninin kilit ismi ülkücü Abdullah Çatlı ile son telefon görüşmelerinden birini yaptığı savcılık incelemeleri sırasında belirlendi. Fakat Küçük, ne çağrıldığı TBMM Susurluk Komisyonu'na gitti, ne de hakkında adli bir soruşturma açılabildi. Ancak savcılığın yaptığı suç duyurusu üzerine iddiaları araştırmak üzere üç generalden oluşan bir komisyon kuruldu. Turhan Bedirhan, Cahit Balcı ve Yaşar Ilık'tan oluşan generaller heyeti araştırma sonucunda Veli Küçük ile ilgili bir suç unsuruna rastlamadı. Küçük araştırma heyetine verdiği ifadede, Abdullah Çatlı, Sami Hoştan ve Sedat Peker gibi isimlerle, 'istihbarat temini için' konuşmalar yaptığını söyledi. Oysa Küçük, daha sonra Sedat Peker tarafından kurulan 'öztürkler.com' adlı ırkçı internet sitesinin açılışına katılacak ve bu ilişkilerin 'istihbarat temininden' daha fazla olduğunu gösterecekti. Küçük, Peker'in verdiği davette, "Türk birliği mutlaka tecessüs edecektir. Asil Türk milletinin yolu Tanrı Dağları'ndan, Ergenekon'dan geçecek. Globalleşmeye ve Avrupa Birliği'ne karşı değiliz. Ancak onurluca girmek istiyoruz. Yalvarmayacağız" diyordu.
Veli Küçük'e Türkiye'nin mevcut sınırlarının yetmediği de biliniyor. Küçük, açık destek verdiği Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı tarafından düzenlenen bir toplantıda, "Benim Atatürk'ümün çizdiği Misak-ı Milli hudutları içerisinde Musul-Kerkük, Halep, Karaağaç, Dedeağaç var" diyordu. Küçük, bununla da kalmıyor, "Kürt Turan'dır. Kürt Türk ırkıdır" diyerek, Kürtlerin olmadığı görüşünü savunuyordu. Yeşil'in telefonu Kutlu Savaş'ın hazırladığı Susurluk Raporu'nda Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım'a ait olduğu belirlenen 0542 214 50 21 numaralı cep telefonunun, o günlerde Giresun Jandarma Bölge Komutanı olan Tuğgeneral Veli Küçük adına kayıtlı olduğu tespit edildiği yazıldı. JİTEM kurucusu olarak bilinen Veli Küçük ile JİTEM tetikçisi Yeşil arasında ilişki bulunması yadırgatıcı bir durum değildi. Ayrıca söz konusu telefonun Abdullah Çatlı'nın yanı sıra Susurluk skandalındaki pek çok isim tarafından arandığı da ortaya çıkmıştı. Bu telefon ilişkisi, Veli Küçük'ün Çatlı dışında diğer Susurlukçular ve özellikle Yeşil ile bağlantısını kesinleştiriyordu. Küçük Kocaeli İl Jandarma Alay Komutanı olduğu sırada bu bölgede kullanıldığı tesbit edilen bu telefondan, öldürülen Ömer Lütfü Topal'ın kumarhanelerinin de defalarca arandığı belirlenmişti. Telefonun Kocaeli'nde kullanıldığı dönemde, 'Adapazarı-İzmit-Sapanca' üçgenindeki Kürt işadamlarına yönelik suikastlar meydana gelmişti. Küçük'ün görev yaptığı bu dönemde mafyacılarla sıkı ilişkilere girdiği, tetikçi Doğan Erşahin'in de jandarmanın elinden kaçırıldığı resmi raporlara yansıyan bilgiler arasında. İlginç olan bir diğer tesadüf ise, suikast kurbanı Hrant Dink'e geçen yıl Bursa'dan gönderilen tehdit mektubunun altında 'Ahmet Demir' imzasının bulunmasıydı. Ahmet Demir'in, Yeşil'in sahte adlarından biri olduğu biliniyor. JİTEM hep reddedildi Veli Küçük'ün, Güneydoğu'da çok sayıda faili meçhul cinayetin altında imzası olan JİTEM'in kurucusu olduğu iddia ediliyor. JİTEM, köy koruculuğu sistemini Güneydoğu'ya yerleştirirken, Veli Küçük'ün Giresun'a tayin edilmesi, Karadeniz'in koruculuk sistemiyle tanışmasında belirleyici oldu. JİTEM'in 'davadan dönenleri' affetmediğine ilişkin en çarpıcı örnek ise Cem Ersever'in öldürülmesiydi. Hizbullah adlı örgütün lideri Hüseyin Velioğlu ile de ilişkisi olan Ersever, emekli olduktan sonra basına açıklamalar yapmış, bunun üzerine de 4 Kasım 1993'te Ankara'da jandarma bölgesinde cesedi bulunmuştu. Ersever cinayetinin olağan şüphelisi ise Veli Küçük'ün yakın adamı olan Yeşil'den başkası değildi. Ermenistan'a karşı Veli Küçük'ün görevdeyken Azerbaycan'da Ermenistan'a karşı kontrgerilla örgütlenmesine gittiği iddiasının tanıkları da kısa bir süre önce ortaya çıktı. Azerbaycan'da Ebufeyz Elçibey döneminde kısa bir süre İçişleri Bakanlığı yapmış olan Siyavus Mustafa'nın yeğeni Turhan A., "Ben Veli Küçük'le, MHP'de yer alan Türklerle birlikte ilk kez dayım ile yaptıkları görüşmede karşılaşmıştım" dedi. Turhan A., Küçük'ün Azerbaycan'da bulunma sebebini açıklarken de, "O Ermenilere karşı Türkleri örgütlemek için geliyor ve Azerbaycan'dan bazı kişileri Türkiye'ye götürüyordu" diyecekti. Veli Küçük, Azerbaycan'a olan ilgisini emekli olduktan sonra da kesmedi. 2004'te Almanya'nın Köln kentinde, 2005'te de İsveç'in Stockholm kentinde yapılan Azeri toplantılarına katıldı. Küçük, daha sonra bu kongrelere katılış nedenini de "Ben Dünya Azerbaycanlılar Kongresi'nin Türk Dünyası Genel Sorumlusuyum" diye açıkladı.. Veli Küçük'ün 2000 yılında Giresun'a Topal Osman heykelini diktirme çabası da hayli ilginçti. Topal Osman Ağa, Ermeni tehcirinin namlı isimlerinden biri olduğu için Veli Küçük'ün ilgisini çekmişti. Kerinçsiz ile kol kola Veli Küçük, emekli olduktan sonra Hrant Dink'in 301'den yargılanmasının baş aktörlerinden olan Hukukçular Birliği Başkanı Kemal Kerinçsiz ile defalarca aynı karede yer aldı. Küçük, Bilgi Üniversitesi'nde düzenlenen Ermeni Konferansı'nda katılımcılara yumurta atanların da öncüsü olan Kerinçsiz'le birlikte 3 Nisan 2005'te de 'Türk Ordusu'na destek eylemi'ne katıldı. Asıl olarak Şemdinli soruşturmasına adı karışan dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ı desteklemek için düzenlenen eylemde, emekli paşalar, boz kalpaklı muharip gaziler ile birlikte yürümüştü. Kerinçsiz ve Küçük ikilisi, 9 Nisan 2005'te de Boğazlıyan Kaymakamı Kemal beye destek yürüyüşünde de yan yanaydı. Her iki eylemde de adı Danıştay baskınına karışan Muzaffer Tekin de vardı. Tekin'in Veli Küçük'ün elini öperken fotoğrafı gazetelerde yayımlandı. Danıştay tetikçisi ile yan yana Ama asıl bomba, Veli Küçük'ün Danıştay baskını tetikçisi Alparslan Arslan ile birlikte çektirdiği fotoğraftı. Bu fotoğraf Azadiya Welat adlı haftalık Kürtçe gazetenin 494. sayısında yayımlandığında henüz Alparslan Arslan'ın adı Danıştay cinayetine karışmamıştı. İsveç'in Stockholm kentinde Azerbaycan kongresinde çekilmiş olan bu fotoğraf, Veli Küçük tarafından "O günlerde bıyıksızdım, fotoğraf montaj" diye reddedilmeye çalışıldı. Fakat bu fotoğrafın yer aldığı, haftalık Azadiya Welat'ın 31 Mayıs-6 Haziran 2005 nüshası ile Ülkede Özgür Gündem gazetesinin 2 Ağustos 2005 tarihli nüshası arşivlerde duruyor. Kızıl Elma'nın mimarı Küçük'ün emekli olduktan sonra 'vatansever' kuvvetleri bir araya getirmeyi hedefleyen girişimlerde de oldukça etkili olduğu biliniyor. Küçük'ün 'Kızıl Elma' diye bilinen milliyetçi koalisyonun mimarı olduğu bilgisi Prof. Toktamış Ateş tarafından ortaya atılmıştı. Kızıl Elmacılar, aralarında Hrant Dink, Elif Şafak, Orhan Pamuk gibi aydınların yargılandığı 301 davalarında çeşitli provokasyonlara imza attıkları gibi, Ermeni konferansına yumurtalı saldırı düzenlemişler ve '6-7 Eylül Olayları Sergisi'ni basıp dağıtmışlardı. Öte yandan Küçük'ün 'Kızıl Elma Koalisyonu' çerçevesinde yakın ilişki sürdürdüğü Ülkü Ocakları Başkanı Levent Temiz'in Ermeni meselesinde mazisi hiç de temiz değildi. Levent Temiz 26 Şubat 2004'te bir grup ülkücüyü de yanına alarak, 'Atatürk'ün manevi kızı Sabiha Gökçen'in Ermeni akrabalarını' yazan Hrant Dink'in yönettiği AGOS gazetesinin önünde protesto eylemi yaptı. Temiz, eylem sırasında, "Hrant Dink, bundan sonra bütün öfkemizin ve nefretimizin hedefidir, hedefimizdir" diyerek açıkça tehdit savurdu. Bu tehditleri nedeniyle Levent Temiz hakkında dava açıldı. Küçük'ün 'milliyetçi' faaliyetlerinin MHP lideri Devlet Bahçeli'yi bile kızdırdığını, www.ulkucu.org adlı internet sitesinin yayın danışmanı olan Dr. Muhsin İdikut Kadıoğlu açıkladı. Kadıoğlu, Bahçeli'nin "İki emekli devlet görevlisi, milliyetçileri yönlendirmeye çalışıyor" dediğini aktardıktan sonra, bu kişilerin "Korkut Eken ve Veli Küçük" olduğunu söyledi. Hrant Dink'e tehdit JİTEM'den, Susurluk skandalına, Kerinçsiz ile eylem birliğine kadar her taşın altından çıkan Küçük'le ilgili son iddia, Dink suikastının ardından ortaya atıldı. Avukat Erdal Doğan, müvekkili Dink'in Küçük tarafından tehdit edildiğini, en çok da bu tehditten etkilendiğini söylüyordu. Dink, birkaç kez yaşanan bu tehditleri Doğan'a aktarmış, ancak herhangi bir şikâyette bulunmamışlardı. Veli Küçük bu iddiaları yazılı bir açıklamayla reddetti. Küçük açıklamasında, tehdit iddialarını, "Danıştay saldırısında sahneye konulan oyunun tekrarı" olduğunu öne sürdü. Küçük açıklamasında Dink'i tanımadığını iddia etse de, aralarında Dink'in de bulunduğu üç AGOS yazarıyla ilgili "Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs" davasına müdahil olmak için dilekçe vermiş, ancak 16 Mayıs 2006'da Şişli 2. Asliye Ceza Mahkemesi'nde yapılan duruşmada bu talebi reddedilmişti. Müdahillik taleplerinin reddinin ardından aralarında Yücel Sayman'ın da bulunduğu sanık avukatları "Sizi izliyoruz" diye tehdit edildi. Bir şube de Trabzon'da Küçük'ün emekli olduktan sonra eski İstanbul Valisi Erol Çakır ve eski Narkotik Şube Müdürü Nihat Kubuş ile kurduğu Stratejik Güvenlik Koruma ve Eğitim adlı şirketin bir şubesinin de Dink suikastı sonrasında hayli tartışılan Trabzon'da bulunması, başka bir ilginç tesadüfe işaret ediyor. Küçük, Sabah gazetesiyle yaptığı bir söyleşide her şeyi devlet istediği için yaptığını söyleyip şöyle konuşmuştu: "Hiçbir zaman amatörce çalışmadım. Devletim dedi ki, şu görevi yap! 'Emredersin' dedim, yaptım. Tutturmuşlar JİTEM diye... JİTEM diye bir kuruluş yok! İstihbarat Gruplar Komutanlığı vardı. Devlet bana, 'istihbarattasın' dedi. Pişman mısın dersen; hayır, gene aynı şeyi yaparım. Devletime karşı görevimi yaptım."
Radikal
Bu haber 2,163 defa okundu.
E-postala
Yazdır
Kaydet
Yorum ekle
Tavsiye et

-->

çok önemsiz
çok önemli
Yorumlar
kendal ak tarafından 28 Ocak 2007 16:55 tarihindeBUYRUN SİZE VATANSEVER! veli küçük... türkiyenin son 15 yıllık karatarihinin mimarlarından. aşağılık eylemlerin azmettiricisi... bu kadar dosyası kabarık bu insana bu ülkede, inanılmaz gibi gelse de, saygı duyanlar az uz değil hani.peki bu insanlar neden bu kişiye hayranlık duyarlar.. çünkü kendisi türkçülüğün en önde gidenlerindendir.. çünkü kendisi 20 milyon kürdün bir azeri etmeyeceğini düşünenlerdendir.
[8f5f110a6b8c0ff3]
Bilal KIZIL tarafından 28 Ocak 2007 16:52 tarihindeULUS-al-cı-lık Nice insanlar öldürüldü,Nice Hükümetler yıkıldı,Nice Esnaf kepenk kapattı,Nice Sanayici fabrikasına kilit vurdu,Nice olaylar çözümsüz kaldı,Nice Türkiyeler hala Türkiye olamadı,Nice Gençler açız diye geziyor iş bulamıyor,Nice Gençler askere bile gitmek istemiyor,Sen neymişsin Be ABİ!Soyadın Kadar Küçük değilmişsin.Vatanın kadarda Büyüyememişsin.Demekki ULUSALCILIK bu.....
[0e7699363635075a]
mustafa mutlu tarafından 28 Ocak 2007 16:44 tarihindeDERİNLİK Bu tablo derin devletin kaçta kaçıdır?Eğer bu tablo, derin devletin kendisi ise hiç de derinde gözükmüyor, herşey su yüzünde.Allah aşkına hükümet ve ona bağlı birimler(adalet mekanizması) bu tablo karşısında neler yapıyor?Aynı sorular Çankaya için de geçerli, sahi Çankaya ne yapıyor?Danıştay baskınını yapan avukatın kiminle iş tuttuğu açıkça ortada iken neden birşeyler yapılmıyor?Peki herşeyi anladık da koca Türk medyası neden suskun(Radikal hariç)?
[c4a5953ea0a3d10c]

24 Ocak 2007

ICiMiZDEKi HAiNLER

Hrant Dink cinayetinde çok önemli iddialar!

Bir Protestan olan Hrant Dink’in cenaze ayinini, sağlığında kendisiyle arası bozuk olan Gregoryen Ermeni Patriği Mutafyan yönetti. Dink, Protestan mezarlığına değil, Gregoryen mezarlığına defnedildi. Mutafyan, ayinde “Ermeni düşmanlığının ortadan kaldırılması için” çaba sarf edilmesini istedi. Dink’in vasiyetine ve Ermeni cemaatinin uyarılarına rağmen yürüyüş sırasında atılan çirkin sloganları bir kenara bırakarak söylüyorum; Türkler ve Ermeniler arasında düşmanlık varsa tek taraflı değildir, karşılıklıdır. Tıpkı sevgi gibi. Mesela 27 yıl önce tanıştığımız Levon Panos Dabağyan ile birbirimizi sevdiğimiz gibi. Düşmanlığın ortadan kaldırılması için karşılıklı çaba gerekir. Hangi güç tarafından planlandığı ortaya çıkarılmamış bir cinayeti, Türkiye’yi savunmaya çalışan milliyetçilerin üstüne yıkarak, milli direnci çökertmeye çalışanları ne yapacağız? Düşmanlık böyle mi ortadan kaldırılır? Tabii bu işte Mutafyan’ın bir kusuru yoktur! İdeolojik önyargılarla hareket edenleri kastediyorum. “Soykırım endüstrisi” nden beslenen Ermeni diasporasını ve Türkiye topraklarında hak iddiasında bulunan Ermenistan’ı bu tutumdan vaz geçirmek mümkün müdür? ABD ve AB, Türkiye’nin başında her zaman böyle bir tehdidi el altında tutmaktan vaz geçebilir mi? Düşmanlığın ortadan kaldırılması için, tarihi gerçeklerin karşılıklı olarak bütün açıklığı ile ortaya konulması gerekir. Bu konularda bir adım atana Türkler iki adım atar. * * *Almanya’da Türklerin düzenlediği bir toplantıda Prof. Dr. Hasan Köni, “Ermeni meselesi” başlıklı bir konuşma yapmış ve şöyle demişti: “Tehcir sırasında, yerinden olmamak için ‘convert’ olan yani Müslümanlığa dönen Ermeniler de var. Bunların kim olduğunu bilemiyoruz. Sayıları 300-400 bin kişi. Ayrıca dönmüş Museviler ve dönmüş Rumlar da var. Bunları maalesef Türkiye Cumhuriyeti kendi vatandaşlarını rahatsız etmemek için açıklamıyor. Belki de devletin içinde de yüksek rütbeye gelmiş Ermeni kökenli dönmüş insanlarımız var.” Bir ara Ermeni gazeteciler de aynı iddiada bulunmuştu. “Gazeteci Hırant Dink’in öldürülmesi ve farklı bir bakış açısı” başlıklı ve “ycanca” imzalı mektupta şöyle deniliyor: “Hrant Dink, bir Ermenistan gezisinde oradaki muhataplarına ‘Siz 1.5 milyon kişiden bahsediyorsunuz. Oysa ayni dönemde yaklaşık 500 bin Ermeni, din değiştirip Türk olmuştu. Bunları neden bunları dikkate almıyorsunuz?’ diye sordu. Muhatabı da ‘Bu konunun gündeme gelmesi, davamıza zarar verir” cevabını verdi. Dink, bir yazısında Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen’in yetim Ermenilerden olduğunu ve bu konuda elinde belgelere ulaştığını yazdı ve kıyamet koptu. Dink, ‘Elimde belgeler var’ diyordu. Peki bu bilgiye ulaşan Dink, başka hangi bilgi ve belgelere ulaşmıştı. Acaba kim veya kimler toplumu aldatma açısından kendini hangi kimlikle saklı tutuyordu? Özellikle de din adamı kimliği ile! Yıllarca üniversitelerde, devlet kurumlarında, basında birilerinin yanlış yaptığını herkes söyler ve bir türlü anlam veremezdik. Hatta bazı dini oluşumlardaki saçmalıkları ve devlete karşı duruşlarını anlayamazdık.Bana göre yukarıda açıklanan dönen Ermenilerle ilgili çalışmaları, Dink’i ölüme götürdü. Türk kimliği ile Türkiye için her türlü kötülüğü yapanlar ortaya çıkacaktı bu yüzden Dink’in öldürülmesine karar verdiler. * * *Demek ki, “Hepimiz Ermeniyiz” diyenlerin çoğu, bu sözü sadece cinayeti kınamak amacıyla değil gerçeğin ifadesi olarak söylüyor! Heyecana kapılıp Türk olmadığını basın yolu ile ilan edenler de var!

`www.sesar.com.tr` de çok önemli bir inceleme var. Okumanızı tavsiye ederim! Gerçeklerin ortaya çıkması ne kadar önemli değil mi?

Tarih:24.01.2007

TERÖRÜ ÜRETEN DEVLET Mi?

Ecevit'in vasiyetindeki şifre
80 öncesi Maraş olaylarından bugüne Türkiye'de işlenen cinayetlerde sanıklara neden ulaşılamıyor. Taha Kıvanç, şifrenin Ecevit'in vasiyetinde olduğunu yazdı.
24 Ocak 2007 16:43
Yazı boyutunu büyütmek için
Ecevit'in vasiyeti nedir? Amerikalı istihbaratçı-diplomat 80 öncesi Maraş ve Çorumlulara hangi soruları sordu? İlginç bir yazı... Taha Kıvanç'ın köşe yazısı Ecevit'in vasiyeti "Bülent Ecevit'in vasiyeti" demiş ve orada bırakmıştım, "Siyasî cinayetler ve kitle eylemleri devrini geride bırakmak istiyorsak yapılması gerekenler" konusunu irdeleyen dünkü Kulis'i... 1978 yılı Aralık ayında Maraş'ta meydana gelen kitle eylemlerinde 111 kişi hayatını kaybetti, yüzlerce kişi yaralandı. Ölen canlar yüzünden Alevi'nin Sünni'ye, Sünni'nin Alevi'ye kuşkusu arttı. Ardından Sivas ve Çorum'da eylemler meydana geldi, onları 12 Eylül darbesi izledi. "Ecevit'in vasiyeti" işte tam bu noktada devreye giriyor... Bu ayın başında çıkan Tempo dergisi, Bülent-Rahşan Ecevit çiftinin arşivlerini açtığı Can Dündar ile Rıdvan Akar'ın bir haberini kapaklaştırdı. Arşivde araştırma yaparlarken karşılarına çıkan bir rapor bu. Ecevit, raporun üzerine, "Ekli bilgi çok önemli bir kaynaktan verilmiştir, değerlendirilmesinde yarar vardır" notunu düşmüş. "Değerlendirilmesinde yarar vardır" demesini 'vasiyet' sayıyorum... Raporun özelliği, olayın üzerinden fazla vakit geçmeden, alevler tüterken kaleme alınmış olması... 3 Ocak 1979 tarihini taşıyan raporda, Maraş'ta meydana gelmiş olan olaylardan dolayı devletin bazı görevlileri isim verilerek suçlanıyor. Tempo dergisi "Maraş katliâmında MİT'in parmağı var" biçiminde yansıttı raporu... Dergide çıkan bölümleri okunduğunda, raporun, MİT içerisindeki ideolojik bir yapılanmadan söz ettiği anlaşılıyor. O yapılanmanın unsurları suçlanıyor Maraş'ta meydana gelen olaylardan; öyle üstü kapalı ifadelerle ve ima yoluyla değil, açık açık ve isim zikredilerek... Okuduğunuzda dehşete kapılıyorsunuz... Dündar/Akar, bir kitapta yayımlayacaklarını söyledikleri belgeler arasında özel önem verdikleri Maraş Olayı Raporu'nun, MİT içerisindeki 'sosyal demokrat' kimlikli bir kişi tarafından kaleme alındığı kanaatinde-ler. Türkiye'nin birlik ve bütünlüğüne yönelik bir komplonun en ilgi çekici yönüne de işaret etmeden edemiyorlar: 111 insanın can vereceği olaylara asker üç gün boyunca müdahale etmemiş... Dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Kenan Evren'e yıllar sonra "Neden?" diye sorduklarında aldıkları cevap insanın yüreğini acıtıyor: "Yeterli gücümüz yoktu." Bir de Alexander Pack tarafı var olayın... O günlerde ABD'nin Ankara Büyükelçiliği'nde ikinci kâtip olarak görev yapan Mr. Pack, yanında tercümanı, ülkenin 'hassas' illerini dolaşıyormuş: Maraş, Çorum, Malatya, Amasya... Sorduğu sorular şunlar: "Bu ilde Alevi-Sünni çatışması çıkar mı? İran tipi, dine dayalı bir siyasî irtica ihtimali var mıdır?" Görüştüğü AP il başkanına, "İran'ı kaybettik, Türkiye'yi de kaybetmek istemiyoruz" demiş Mr. Pack... Çorum olaylarında saldırılara hedef olan Sadık Eral da hatırlamış Amerikalı diplomatı: "Bu dönemde gittiği her yerde olaylar çıkmasıyla bilinen Pack adlı kişinin CIA ajanı olduğu biliniyor. Kahramanmaraş, Malatya, Çorum ve Amasya'da görüşmeler yaptı, bu görüşmelerde gerek MHP'den gerek CHP'den gerek AP'den değişik insanlarla temasta bulundu. Bu insanlara Çorum'daki gelişmelerin sağ-sol ekseninde mi, yoksa bir Alevi-Sünni ekseninde mi olacağını sordu, bu konudaki tahminlerini aldı. Çorum'da uzun süre kalmıştı." Tempo'daki yazıya şu not düşülmüş: "Pack, Çorum olaylarından kısa bir süre sonra sessiz sedasız Türkiye'yi terk etti." Ülkemizi derinden sarsan, çok sayıda insanımızın canını alması yanında toplumda bugün bile izleri görülen bir kırılma noktası teşkil eden kitle eylemlerinden söz ediyoruz. Eylemler biliniyor. Eylemcilerin bir bölümü yargılandı, dolayısıyla onlar da biliniyor. Ecevit'in 'ciddi bir kaynak' dediği kişinin elinden çıkan raporda olayları planlayanların isimleri de açık biçimde yer alıyor. Olayda 'dış parmak' izi sürülecekse, onun da bir ismi var işte... Peki, ne duruluyor? Bu soru özellikle şu sırada iki yönden farklı bir anlam taşıyor. İlki şu: Hrant Dink'e sıkılan kurşunlar Türkiye'nin başka dinlilere 'hoşgörüsüz' bir ülke olarak damgalanmasına yol açabilir; 1980 öncesi kitle olayları ise Sünni çoğunluğun Alevilere düşmanca hisler beslediklerini kafalara kazımak için çıkartılmıştı. İkincisi de şu: Müsteşarlık adına yapılan son açıklamanın da ortaya koyduğu gibi, MİT çok değişti. Türkiye'nin daha fazla itilip-kakılmaya, eylemlerle yanlış izlenimler verilmesine tahammülü kalmadı. MİT'in de geçmişinin gölgesinin bugün üzerine karabasan gibi düşmesinden rahatsızlık duyması beklenir. Neden geçmişle açık açık hesaplaşılmasın? "Olayların üzerine gidilmesi isteniyor, nasıl?" diye soranlara, "Maraş Dosyası ile başlayıp bütün siyasî cinayet ve kitle eylemleriyle hesaplaşarak..." cevabını verebilirsiniz... Yeni Şafak